HÜKÜMDE ŞİRK SORUNU
Osman Nuri Koçak
Dünyamız bir bütün.
Kâinat bir bütün… Güneşte olması muhtemel küçük bir olumsuzluğun hepimizi mahvedeceğini herkes bilir. Ozon tabakası ile hepimiz doğrudan ilgiliyiz. Yağmur ormanlarında veya kutuplardaki bozulma sadece oralarda hüküm süren halkların değil, hepimizin öncelikli sorunları arasındadır.
Bu türden olumlu veya olumsuz gelişmelere “bana ne!” diyebilir miyiz?
Ülkemiz de bir bütün.
İyi, adil, şeffaf ve demokrat insanlar veya partilerce yönetilmeye…
İyi işleyen bir adalet sistemi, sağlık rejimi veya ulusal eğitim mekanizmasına…
Üreten, katma değer yaratan, standartları ve rekabet gücü yüksek bir ekonomiye...
İçinde yaşayanları mutsuz etmeyen köylere, kasabalara ve kentlere…
İç barış, kardeşlik, huzur ve bireysel güvenlik ve bu konularda son derece eğitimli, bilinçli iyi bir polis teşkilâtına...
Hareket yetenekleri yüksek ve iyi eğitilen, iyi yönetilen disiplinli bir orduya sahip olmayı kim istemez?
Bu listeyi uzatabiliriz.
Bunlarla ilgili iyi ve kötü gelişmelerin dışında kalabilir miyiz?
Hayır!
Karaman’ da İsmet Paşa caddesinin bir sorunu veya imarından kaynaklı bir konu veya eğitimle ilgili bir sorun bizi nasıl ilgilendiriyorsa, ülkemiz ve dünyamız ile ilgili diğer konular da o kadar ilgilendirmektedir.
Son günlerin popüler meselesi olan Generaller konusu da bu nedenlerle hepimizi yakıcı bir şekilde ilgilendirmektedir. Her köşe bucakta halkın bu konuları tartıştığını görüyorum. Doğru da yapmaktadırlar. Bunları tartışmalıyız.
Bu ülkenin gidişatından kim sorumludur?
Yürütme.
Yürütme kim?
Milletten aldığı yetkiyi yasalarla belirlenmiş kurallar ile kullanan hükümet. Adı üzerinde “hükmetme” den geliyor. Yani seçilmiş sivil otorite.
Hüküm şirk kabul eder mi?
Yani bir mülk üzerinde iki sahip olur mu?
Hayır!
Olursa ne olur?
Çatal kazık yere geçmez. O ülke yönetilemez.
Hükümete yetkiyi veren millet, yetkiyi alan da millettir. Yönetme yetkisini millet ona “meclis dışından yönetsel ortaklıklar kur” diye vermez. “Adam gibi yönet. Yönetemediğine ikna olursam sana hesabı sadece ben sorarım ve sadece senden sorarım” Diyebilecek olan da gene millettir.
Ordunun sivil idareye kendini ortak gibi kabul etmesi ve ona yön vermeye kalkması ülkemizin çok eski bir yarası. Atatürk, bunu engelleyen bir yasa bile çıkarmıştı. Ordu siyaset ile çok içli dışlı oldukça görmüştür ki asli işini yapma özelliği zayıflamıştır.
Bizler vatandaş olarak silahlı silahsız kamu görevlilerinin, siyasetin üzerinde vesayet oluştursun diye demokrasicilik oyunu oynamıyoruz. Demokrasimizi güçlendirerek sorunları aşacağımıza inanıyoruz.
Vesayet nereden ve kimden gelirse gelsin kabul edilemez.
AKP iktidarının, askerin bu durumunu, muhalefetin top yekün imhası için ve oluşturmaya çabaladığı kendi vesayet kurumlarına karşı bir meşruiyet dayanağı olarak kullanmak istediğini de gözlemlemiyor değiliz.
Ama bunun üstesinden gelmek te sivil siyasetin ve milletin işidir.
Türk halkına ve hukuk sistemine güvenmeye devam etmeliyiz. Yoksa iki yüz yıldır yapmaya çalıştığımız toplum merkezli çoğulcu sisteme ulaşma çabalarımızı ellerimizle geriye iteleriz.
“Böyle giderse bu senin dediklerini AKP zaten yapacak” diyen arkadaşlarımıza da “kendinize güvenin, mücadeleyi bırakmayın ama hukukun ve demokrasinin gücüne de inanın” diyorum.