Böylesi günlerde kalemi elime alıp kitabın ortasından ortasından caf caflı kelimeleri döktürmek istiyorum.
Kalem tıkanıp kalıyor.
Yaz be kalem…
Hadi yazsana…
Koca koca kalemler ne güzel şeyler yazmışlar. Bak da örnek alsana.
Özgürlük diye yazmışlar.
Gönenç diye yazmışlar.
Uçuyoruz diye yazmışlar.
Lâf mı bitti? Bir şeyler de sen bul, sen yaz.
Benim kalem inat.
Yaz dedikçe naza çeker kendini.
Yazdığı köşe 56 yıllık. Kimler gelmiş kimler geçmiş.
Bakıyor ki onca yıla rağmen gönenç yok.
Patron hâlâ “yarın gazete nasıl çıkacak?” diye düşünüyor.
Özgürlük diyeceğim, gözüm Bekirağa Bülüğüne kayıyor. Soğuk bir ter basıyor. “Oğlum zaten Bölükte yer kalmamış. Devletimizi bir de sen üzme” diyorum.
Kalem diyor ki?
Özgürlük nasıl bir şey?
Kelamı ciğerime batıyor.
Ondan sonra yaz yazabilirsen
“Gönencin bol olsun diyorsan -ki mümkün – senin kaleme gerek yok. Bizim kalemden çıkanın altını imzala yeter” diyen bir düzen kurulmuş.
Buna uyum sağla yeter.
Ondan sonra istediğin kadar özgürsün, istediğin kadar zenginsin.
Ben uyum sağlayacağım da kalem dik başlı.
“Eee! Hani biz bu yozlaşmaya seçenek olarak vücut bulmuştuk?
İlke, ahlâk, meslek namusu falan diye bir şeyler vardı bir zamanlar.” Diyor kalem.
Ah Kalem ah!
Senden adam olmaz…
Heey! Basın günü kutlamasını unuttun gene.