Çok uzun süredir Karaman’ ın karşılaşacağı su sorunu konusundaki düşüncelerimi yazar ve her fırsatta söylerim.
Her yazım veya konuşmamın sonunda da işe başlamak için en geç zamanın içinde bulunduğumuz dakika olduğunu da hep hatırlattım, hatırlatırım.
Bundan yirmi beş yıl önce Karaman bir göller ve bataklıklar bölgesiydi. Yazılarımda bu doğal zenginliklerimizden Karaman’ın Sulak Alanları diye bahsederdim.
İsrafil’ il Sûru ile mi memuruz? Diye uzun bir makale kaleme aldım ve köşe yazısı yazdığım gazeteye ek olarak bazı dergilerde ve daha sonra yayınladığım bir kitapta içine girdiğimiz sürecin bizi bir süre sonra susuz bırakacağını yazdım, haykırdım.
O zamanlar üst düzey görev yürüttüğüm bir siyasi partinin tarım politikaları konusundaki çalışma grubuna aktif olarak katıldım ve Karaman başta olmak üzere İç Anadolu’ nu yedi ilinin derhal özel bir havza politikası üretimi içerisinde değerlendirilmesini önerdim ve bu görüşlerin programa girmesine katkı yaptım.
Aynı yıllarda Karaman Ziraat Odası’ nın yaptırdığı bilimsel bir çalışmayı da rehber olarak aldık.
Bu çalışmanın ulaştığı sonuçlar çok çarpıcıydı.
Bir kere her yıl yüzde altmış dolaylarında bir tarımsal su tasarrufu yapılması şarttı. Tüm araçlar bu hedefe kitlenmeliydi. Bunu başaramazsak önümüzdeki yılların kâbusa döneceği konusunda ciddi uyarılar vardı.
Kısaca bu yedi ilde, hububat odaklı tarıma hızla geçilmesini ve bunu yaparken de, zayıf, yoğun besin, aşırı ilaç ve çok su isteyen ve genetiği oynanmış, devlet desteği de sağlanan ithal tohumların kullanılmamasını önerdik. Bu zayıflıkların olmadığı ancak biraz daha ürün düşüklüğü riski taşıyan eski milli tohumlara geçilebileceğini rakamlarla anlattık.
Hububata verilen taban fiyatı kadar da sübvansiyon uygulanmasını ve uygulamayı sahiplenen çiftçimizin hububat tarımını içselleştireceğini söyledik.
Bu günkü affedilen vergilerin veya geçiş garantili köprülere yapılan fazla ödemelerin hazineye getirdiği yüklerden çok daha azını devlet bu işe ayırmalıydı.
Ovalarımızda ruhsatlı kuyuların on katı ruhsatsız kuyu açılmasına baka baka göz yumduk.
Çavuş Gölünden başlayan, Samuk Gölü, Soğla Gölü, Süleymanhacı Gölü, Gölören gibi göllerin takip ettiği acınası yok oluş sürecini de göremeyen veya verilmiş bazı sözlerin yerine ulaşması gerektiğine inanan devletimiz Mısır ekimine teşvik vermeye devam etti.
Akgöl, Hotamış Gölü, Düden, Adabağ gölleri de hızla teslim bayrağını çektiler.
Hammaddesi yüzlerce kilometre uzakta olan ve ovanın ortasında bir karabasan gibi doğanın ümüğüne çöken Biyokütle Termik Santral’ in açacağı hasarları önümüzdeki yıllarda daha iyi görme olanağımız olacak ama bugün beni bu alanda çok yazı yazıyorsun diye tehdit edenler ne düşünecekler bilemem.
ODA adlı kitabımda bu konuya TÜKENİŞ başlıklı özel bir bölüm ayırdım.
Kimin umurunda?
Bugün su krizi geliyor diye feryat edenlerin çoğu, asıl duruma müdahale edecekleri zaman üç maymunu oynamayı seçmişlerdi. Şimdi çok hızlılar ama acaba ovada kaç kuyuyu kapatmaya gücünüz yetecek veya başka su kaynakları bulabilecek bir bakalım.
Göksu Projesi skandalı bir başka garabet.
Ayrı başlıkta işlenecek bol rakamlı bir yazıyı hak eden bir proje. Yazıklar olsun bile demeye dilim varmıyor. Bela okumak da tercihlerim arasında değil.
Tüm bunların sorumluları bu dünyada yırttılar da kalıcı mekânımızdaki asıl büyük sorgudan nasıl kurtulacaklar ki.
Münavebeli mısır ekimi uygulaması bir pandomima.
“Çıkın da ovaya bir bakın” diyorum bu saçma sapan ve bilimden kopuk uygulamaları getirenlere. Adam halen en çok parayı mısırdan kazandığı sürece onu ekmeyi niye bıraksın?
Su konusunda yapılacaklar salt pilot hububat tarımı ile sınırlı değil. Geleceğimizi iyi planlamak suyumuzu doğru planlamakla mümkündür.
Geleceğimiz için en büyük tehdit bu alandadır. Tüm bunları konuşmak ve yazmak gerek.
Ama bir köşe yazısı için uzun bile yazdık.
Başka bakış açılarında buluşmak umuduyla…
Yorumlar
Kalan Karakter: