“Ben ne İskender, ne Sezar, ne de Fatih’im. Emekli matematik öğretmeniyim.
Kısacık ömrümü, insanlara örnek olan uğraşlarla doldurmak istedim.”
Rahim Demirbaş
Beyaz önlükteki ufacık tebeşirler
Beyaz önlüğü her zaman üzerinde bir öğretmen… Cebinde kullanmaktan ufacık kalmış tebeşir yığını… Dikkat edin hâlâ atılmadan duran tebeşirler bunlar… Çünkü hepsi kullanılmaya müsait. Rahim Hoca elini cebine atar, beyaz, mavi, sarı tebeşirleri eline şöyle bir alır ve başlardı dersini anlatmaya… Tahtayı matematik soruları ile doldururdu. Tüm soruları tek tek ve büyük bir dikkatle çözer, sonra tahtayı silip tekrar doldururdu. Hocamın elleri işte böyle durmadan işlerdi. Bu işleyişin değişmeyen tek kuralı vardı, o da tebeşirlerin sonuna kadar kullanılması. Hem de dirhemi dahi zayi edilmeden…
Acaba neden? Tebeşir dediğin şeyin kutusu kaç kuruş ki? Hocanın matematiksel ifadelerinden çok bu soru meşgul ederdi zihnimi. Şunu itiraf etmeliyim ki, hocamın eşsiz matematik birikiminden nasiplendiğim söylenemez. Çünkü ben sözelciydim, halen de öyleyim. Ama onun kişiliğinden, terbiyesinden, dünyaya bakışındaki mütevazilikten ve insanlığa karşı üstlendiği ağır sorumluluk duygusundan fazlasıyla etkilendim. Sırf ben mi? Onun dersine giren, sözünü dinleyen, yaptıklarını bilen herkes ondan etkilendi. Rahim hoca bu şekilde onlarca kuşak yetiştirdi.
Bozkır deryasında bir öğretmen
Rahim Demirbaş 1940 yılında Konya-Ereğli’nin Beyören Köyü’nde; uçsuz bucaksız bir bozkır deryasında doğdu. Fakir bir ailenin çocuğuydu. Zorluklar onu mücadeleci yaptı. Köyde doğan bir çocuğun önünde iki yol vardır: Ya okur kendini kurtarırsın, ya da köyde kalıp tarla tapan peşinde koşarsın. Rahim Hoca ilk yolu seçti. Talihi de ona yardım etti. Yaşının dolmasına iki gün kala İvriz Öğretmen Okulu’na “nihari (gündüzlü)” olarak kayıt yaptırıldı. Ama kalacak yeri yoktu. O da halloldu. Çamaşırcı Mehmet Ağa’ya emanet edildi Rahim Hoca. Kırk teneke buğday, bir deri peynir, bir deri yağ karşılığında… İvriz Öğretmen Okulu’nun ardından, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirerek öğretmen oldu. Yıllarca öğretmenlik yaptı, binlerce öğrenci yetiştirdi. Ülkesine olan ilk görevini böylelikle tamamladı.
İkinci vatan borcu
İkinci borcunu ödemek için 1998 yılında harekete geçti. Rahim Demirbaş’ın vatan borcu olarak gördüğü şey ağaç dikip, bozkırın ortasında orman yetiştirmekti. Rahim Hoca bir röportajında bu düşüncesini şöyle ifade etti:
“ Orman dikme düşüncem kanıma işlemişti. Biz "Kıyamet kopar olsa bile elindeki fidanı toprakla birleştiren" bir kültürün mensubu değil miyiz? 1998 yılında Allah fırsat verdi köyümün tarıma elverişli olmayan arazilerden 450 dekar arazi satın alarak, etrafını da 6 km hasır telle çevirerek büyük bir heyecan ve coşkulu bir ümitle orman dikmeye başladım. En büyük sıkıntım su idi. Bizim bölgenin yağış ortalaması 300 mm .(254 mm altı çöl ortamı). Bilmem Ereğli ile Karapınar arasından hiç geçtiniz mi burada günlerce çöl rüzgârları eser. Ormana 8 km öteden biraz su bulup borularla getirdim. Arazinin pek çok yerine sondajlar yaptırdım su aradım. Bir türlü aradığımı bulamıyordum. Altı havuz yaptırdım( toplam üç bin tonluk). Bu azıcık suyu toplamak için.”(1)
İşte böyle! Rahim Demirbaş bozkır deryasının ortasındaki, Beyören Köyünde kimsenin yapmayacağı bir şeyi tek başına yaptı, ağaç dikti, orman oluşturdu. Amacı ülkesine karşı yüreğinde taşıdığı vatan borcunu farklı bir şekilde yerine getirme düşüncesiydi. Atalarımızdan miras kalan bu topraklar ebediyen bizim olarak kalsın, erozyonla yok olup gitmesin, azılı rüzgârlar bir harami gibi bereketli topraklarımızı alıp götürmesin istedi. Diktiği ağaçların dalında bülbül ötsün, kuytusunda çocuklar gölgelensin, börtü böcek meyvesinden nasiplensin istedi. Ormana gelenler “gül içindeki gülistanı” görsün istedi.
Sağır sultanlar ülkesi
Bunun için bir insanın altından kalkması çok zor maddi ve manevi yüklerin altına girdi. Fidan bulsa dikecek adam bulamadı. Su bulsa depolayacak havuz, ağaca götürecek malzeme bulamadı. Yine de uğraştı, didindi. Her yere başvurdu. Derdine derman olacak, işini kolaylaştıracaklara özellikle başvurdu. Fakat çoğu kez başarısız oldu. Çünkü onu anlamadılar, dinlemediler, duymadılar. Meğer koca Türkiye bir “sağır sultanlar ülkesi” olmuştu da hocanın haberi olmamıştı. Bu acı gerçekle defalarca yüzleşmek zorunda kaldı. 26 yıl boyunca vefayla, destekle, dostlukla, maddiyatla, vicdanla, sorumlulukla, kadirşinaslıkla sınandı. Ve o bu yedi ateşten alnının akıyla çıktı. Bugün Rahim Hocam, hâlâ sınanıyor. Felek her türlü cefasını toplayıp geliyor, buna rağmen Rahim hoca hak bildiği yolda yürümeye devam ediyor.
Peki ya diğerleri?
O devam ediyor da, diğerleri ne yapıyor? Lafa gelince ormanın öneminden bahsedenler, sosyal medyalarında “yeşili koru ağacı sev sözleri” paylaşıp, dikmedikleri, emek vermedikleri ağaçların yanında poz verenler... Kamera karşısına geçince Rahim Demirbaş’ın kurduğu ormandan büyük övgülerle bahsedenler… Sen, ben, o… Siz, biz, hepimiz… Hani şu Ademoğluları ve Havva kızları… Gördüğüm kadarıyla Rahim Hocanın zülfünden (ormanı) bahsediyorlar, amma zülfiyâre hiç dokunmuyorlar. Hâlâ üç maymunu oynuyorlar. Görmüyorlar, duymuyorlar, konuşmuyorlar. Bence konuşmak, duymak, görmek için Rahim Demirbaş sonrasını bekliyorlar.
Ne demiş şair:
“Sağlığında nice ehl-i hünerin,
Bir tutam tuz bile konmaz aşına;
Öldürüp evvel onu açlıktan,
Sonra bir türbe dikerler başına.”
Eserlerin ve fikirlerin ölümsüzlüğü
Biliyorum. İşte bu bir tutam tuz koymayanlar, hepimizin hayatında daima olacaklar. Aramızda yaşayan ölüler olarak hayatlarını sürdürecekler. Peki bu yaşarken ölü olanlar, öldükten sonra yaşayacaklar mı? Asla! Emin olun, unutulup gidilecekler; muhtemel ki, hiç hatırlanmayacaklar!
Ama Rahim hoca öyle mi? O hiçbir zaman unutulmayacak! Daima hatırlanacak! Diktiği ağaçlarıyla, kurduğu ormanıyla şimdiden büyük bir iz bırakan bu güzel insan unutulabilir mi?
Dahası Rahim Demirbaş ortaya koyduğu fikirlerle daha şimdiden ölümsüzleşti. O genç kuşakların zihnine öyle fikirler dikti ki, yüzyıllar geçse de bu orman dikme fikri onu ölümsüz kıldı. Büyük insan olmanın, erdemli insan olmanın bir örneği olarak tarihe geçti. Ve yıllar geçse de tarih, Rahim Demirbaşların hakkını daima teslim etmiştir, teslim edecektir.
Ben bu yazı vesilesiyle Rahim hocamın o nasırlı ellerinden tekrar öpüyor, ülkem ve insanlık adına yaptıkları için sonsuz şükranlarımı iletiyorum. Sizler bu satırları okurken Rahim Demirbaş ormanının içinde bulunan küçücük odasından çıkıp yaşına ve sıkıntılarına aldırmadan, fidanlarını sulamaya, ağaçlarına bakmaya ve onlar için çalışıp didinmeye devam ediyordur. Aşk ile yapılan işte yorulmak ne mümkün? Çok yaşa Rahim hocam, çok yaşa!
Hocaöızın adını bugün Alper Gümüş yazısındam duydum. Etkilendim. Birkaç video buldum. Biz de her fırsatta konuşmaya şehvet duyan yetkili/ yetkisizleri düşündüm... Hocamıza 'deli' demek tam bir vicdansızlık. O kendini adamış. Şimdi yoğun bakımdaymış. Rabbimiz şifa versin, Rabbimiz iki dünya saadeti versin
Vatanıni en çok seven işini en iyi yapandir. Tebrik ediyorum rahim üstadi. Ve yazı gerçekten çok güzel