Bundan takriben on sene evvel, bir şubat ayı idi. Mühim bir sebepten ötürü Karaman’a yol gözükmüştü.
Bu sayede, memleketi kışın teneffüs edebilmek imkânına kavuşmuş olduğum için, bir yandan da heyecanlıydım. (Çünkü ekseriyetle yazın gelebiliyordum.)
Şehre vâsıl olduğumuz o sıralarda, bir kitap vardı ki, Karaman’ın gündemine düşüverdi;
“Risâletü'n-Nushiyye ve Divân-ı Yunus Emre; Karaman Nüshası”
Karaman'ı anlatan, Karaman’ı anlattıran eserleri kitaplığına dahil etmek isteyen benim gibiler için kaçırılmaz bir fırsat… Hemen belediyeye uğrayarak kitabı temin ettim.
Müellifi ise o vakte kadar hiç duymadığım birisi; Yusuf Yıldırım…
Özgeçmiş kısmında, mûtad olduğu üzere; kısa bir hayat bilgisi ile gerçekleştirdiği çalışmalarına değinilmiş… (Bunları duymamak elbette benim ihmalimdi.)
Kitabı ayaküstü gözden geçirmeye başladım. Açıkçası muhteva ve üsluptaki seviye beklediğimden epeyce yüksekte idi. Hele bir de, arka kısmındaki kaliteli tıpkıbasımı görünce kararımı vermiştim; yazarla mutlaka tanışacaktım.
Hemen kendisi ile irtibat kurabileceğim bir mecra aramaya başladım ve sosyal medya hesabını bularak tanışma isteğimi kendisine ilettim. Sağ olsun, kırmadı; bir görüşme yeri ve zamanı belirledik.
Görüşmemizin neticesi de çok verimli ve dostâne olmuş, kendisinin Osmanlı Türkçesi’ne olan vukûfiyetini ve Yunus Emre hususundaki hassâsiyetini takdirle karşılamıştım.
Vedalaşıp yanından ayrılırken, memleketimde hakikî manada, ilmî çalışmaların yapılabildiğinin sevinciyle gurbete döndüğümü hatırlıyorum.
***
Zaman ilerledikçe Yusuf Hoca ile olan münâsebetimiz de ziyâdeleşmişti.
Ve artık Karaman’a her gelişimde, onun kılavuzluğunda, şehri âdeta yeniden keşfediyor; tarihî ve edebî hasbihâller ile de dimağımı zenginleştirmeye gayret ediyordum.
Tabii, hocamız da bu arada boş durmuyor; titiz bir emeğin mahsulü olduğu her hâlinden belli olan eserlerini peş peşe kamuoyunun istifâdesine sunuyordu.
Son zamanlardaki sohbetlerimizde ise; “On beş senedir üzerinde çalıştığım bir projem var, alanında ilk… Ve tabii ki Bizim Yunus’a ait olacak.” diyordu. Bu konudaki iştiyâkını hissetmemek kâbil değildi.
Bu süreç esnasında, ben de, kitabın basılacağı güne dair Yusuf Hoca’dan gelecek malûmâtları gözlüyordum.
Ve nihayet beklenen gün gelip çatmış, kitap baskıya girmişti.
Demek Karaman’ın irfan dağarcığına bir şâheser daha katılacaktı? Memleketimin, kağıttan bir evlat daha kazandığını işitmenin bahtiyarlığını doğrusu tarif edemem.
Akabinde ise, Yusuf Hoca’nın işlerinde gözlemlediğim disiplini kargolamaya da yansımış; kitap, adeta mürekkebi dahi kurumadan İstanbul’a ulaşmıştı.
Yeni bir oyuncağa kavuşan çocuk edâsı ile ambalajı açtım;
“Sözüm Kendözüme
Risâletü'n-Nushiyye'nin Yorumu”
Zarif ve gözü yormayan sade bir tasarım… Kapakta ise bir lale tasviri… Sanki, lale değil de daha çok bir başak dânesini andırıyor.
Telif ettiği bütün eserlerinin dizgi ve tasarımını bizzat yapan Yusuf Hoca’nın, bu konuda ne kadar ehil olduğunu evvelden bildiğim için açıkçası pek de şaşırmadım.
Gelelim diğer hususlara;
Yedi yüz küsûr sayfalık, geniş hacimli bir eser… Tıpkı Karaman gibi… Birinin sinesinde nice inci mercan âbideler, diğerinin sayfaları arasında ise nice cevherler…
Ve elbetteki merkez noktamız: “Bizim Yunus”.
Lisânımızı bir gönül dili hâline getiren büyük üstad, “Sözüm kendi özüme!” derken; aslında hakîkatin, evvela kendine söz geçirebilmek olduğunu ne güzel anlatır…
Ne mutlu ki, O’nun asırlar öncesinden bizlere gönderdiği bu fevkalâde çağrısı karşılıksız kalmamış; kendisinden yüzyıllar sonra, aynı toprağın çocuğu olan bir hemşehrisi ona vefâ elini uzatmıştır…
Yazarımız, telif ettiği doyurucu muhteva ile de, koca Türkmen dervişinin istikbâle yolladığı bu hikmet dolu mektubu -inşallah- daha da öteye ulaştıracaktır.
Var olasın, gönlüne sağlık Yusuf Hoca!
Son bir teşekkür de, merhum Talat Amcamız’ın açtığı çığırın izini bihakkın takip eden ve böylesi kıymetli bir eseri şehrin kültür hazinesine kazandıran Duru Bulgur’a!
Lisede kalan dostlarımızı farklı farklı platformlarda görmek heyecan veriyor. Başarılarının devamını dilerim Hasan Kardeşim.