Doç. Dr. Okan Celal GÜNGÖR
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), Yunus Emre’yi vefatının 700’üncü, Hacı Bektaş Veli’yi vefatının 750’nci, Ahi Evran’ı ise doğumunun 850’nci yıl dönümü münasebetiyle anma ve kutlama yıl dönümleri programına aldı. Yunus Emre daha önce 1991’de doğumunun 750’nci yıl dönümü münasebetiyle yine aynı kurum tarafından anılmıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız da 29 Ocak 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan genelgeyle bu yılı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan edip bu kapsamda “Dünya Dili Türkçe” adıyla yurt içi ve dışında çeşitli faaliyetler düzenlenmesine karar verdi. Bu karardan sonra Yunus Emre’nin yaşadığı topraklar olan şehrimizde de Yunus Emre’yi, Türkçemize katkılarını, şiirlerinde işlediği barış, kardeşlik, insan sevgisi gibi evrensel değerleri hakkıyla anlamak ve anlatabilmek için Valilik, Belediye Başkanlığı ve Üniversite işbirliği içinde hem ulusal hem de uluslararası alanlarda yıl boyunca faaliyetler yürütecektir.
Ben de bu münasebetle Cumhurbaşkanımızın “Yunus Emre ve Türkçe” vurgusundan hareketle Türkçenin Anadolu’da yazı dili olma serüvenine ve Yunus Emre’nin bu sürece yaptığı katkıya kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle Türklerin Anadolu’ya geliş sürecine bir bakalım. Türk boylarının Anadolu’ya gelişleri, X. yüzyıla rastlar. Özellikle XI. yüzyıl sonlarındaki Malazgirt (1071) ve Miryokefalon (1176) savaşlarıyla Anadolu’nun kapılarının Türklere tamamen açıldığını ve Anadolu’nun bir Türk yurdu hâline geldiğini söyleyebiliriz. Bu arada Oğuzların Anadolu’ya gelen Türk boyları içinde hâkim unsurlar olduğunu da belirtmeliyiz. Oğuzların sonraki süreçte de Anadolu’ya yayılma ve yerleşme hareketleri sürekli olarak devam etmiş, 13. yüzyılda yaşanan Moğol İstilası ve sebep olduğu siyasal, sosyal çalkantılar da Anadolu’ya yeni bir göç dalgasına sebep olmuştur. 13. yüzyılda başta Oğuzlar olmak üzere Türk boy ve topluluklarının bu büyük hareketliliği, 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Orta Asya’da tek bir çizgi (Göktürk-Uygur-Karahanlı) hâlinde gelişme gösteren Türk yazı dilinde bir dallanmaya yol açmıştır.
13. yüzyılda Anadolu’da Orta Asya’daki yazı dilinden farklı bir yazı dili geleneği de işte bu dönemde teşekkül etmiştir. Oğuzların kendi ağız özellikleri temelinde oluşturdukları, 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden ve bugünkü Türkiye Türkçesinin de çekirdeğini teşkil bu yazı dili, literatürdeki yaygın ifadesiyle Eski Anadolu Türkçesi adını alır. Âşık Paşa, Gülşehri, Yunus Emre gibi büyük mutasavvıflar da bu dönemde yetişmiş ve bu dönem Türkçesiyle eserler vermiştir.
Eski Anadolu Türkçesi, temelde siyasi olarak Selçuklular, Beylikler ve Osmanlının ilk dönemini içine alır. Selçuklular dönemi, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası nedeniyle siyasi, sosyal çalkantıların yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemde Battal-nâme, Dânişmend-nâme gibi destanlar Türkçe söylense de bilim ve edebiyat dili olarak kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti söz konusudur. Dolayısıyla Türkçenin yazı dili kimliğiyle güçlü bir şekilde ortaya çıktığı ilk dönem, Beylikler dönemidir. Beylikler döneminde bu kimliğin oluşmasında şair, yazar ve bilim adamlarının Türkçe duyarlılığı yanında o dönemde Anadolu beyliklerinin başında bulunan beylerin şair ve ilim adamlarını Türkçe yazma konusundaki teşvikleri de çok önemlidir. Zira konuşma dilinden yazı diline geçişte sosyal ve kültürel şartların oluşması ne kadar önemliyse sanat ve devlet adamlarının verdiği destek de bir o kadar önemlidir. Bu konuda özellikle Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de Konya’da okuttuğu “Bundan sonra
divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya” şeklindeki fermanının dolayısıyla ortaya koyduğu iradenin altını çizmek isterim.
Türkçenin Anadolu’da konuşma dilinde yazı diline geçiş sürecinde Karamanoğlu Mehmet Bey başta olmak üzere o dönemki Anadolu beyleri, devlet adamı olarak ortaya koydukları iradeyle nasıl bu sürece katkı sağladılarsa bu topraklarda inşa edilen Türk-İslam medeniyetinin kurucularından biri olan Yunus Emre de dinî-tasavvufi dünya görüşünü, insan sevgisini, kardeşlik, barış, ahlak, erdem gibi evrensel değerleri işlediği şiirleriyle, toplumun diğer katmanlarını ve devlet bürokrasisini etkileyerek Türkçenin kültür ve edebiyat dili olarak gelişimine çok önemli bir katkı sunmuştur. Elbette ki Yunus Emre’nin çağdaşları olan Âşık Paşa, Gülşehri gibi isimlerin de bu süreçte katkıları vardır fakat Yunus Emre’yi çağdaşlarının üzerine çıkaran ve Türkçeyi Anadolu’da yazı dili hâline getiren isim olarak sembolleşmesine sebep olan husus, eserlerinin sanatsal değeri, estetik yapısı ve söyleyişindeki heyecan ve lirizmdir. Anadolu Türkçesi, Yunus’un şiirleriyle çok güçlü bir ifade kabiliyetine kavuşmuştur. Bu hususlar açısından Yunus Emre çağdaşlarıyla kıyaslanamaz. Kimi şiirlerinde ulaştığı estetik seviye ve derinlik bugün bile aşılamamıştır. Yunus Emre aynı zamanda, kurduğu tarikat ve söylediği hikmetlerle İslamiyet’i sevgi ve barış dini olarak Orta Asya’da çok geniş bir çevreye yayan Ahmet Yesevi ve geleneğinin Anadolu’daki bir temsilcisi olarak Allah aşkını, peygamber sevgisini işlediği ilahileriyle de Anadolu’da Türkçenin din dili olarak gelişimine hizmet etmiş, Türkçe tasavvuf dilinin ve terminolojisinin kurucusu olmuştur. Dolayısıyla Yunus Emre, insanı insan yapan değerleri sade ve coşkulu bir dille anlatan, bütün dünyada sevilerek okunan bir halk ve hak âşığı olmasının yanında yedi yüz yıllık yazı dili geleneğimizde de bir mihenk taşıdır, Türkçenin Anadolu’daki manevi kurucusudur.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), Yunus Emre’yi vefatının 700’üncü, Hacı Bektaş Veli’yi vefatının 750’nci, Ahi Evran’ı ise doğumunun 850’nci yıl dönümü münasebetiyle anma ve kutlama yıl dönümleri programına aldı. Yunus Emre daha önce 1991’de doğumunun 750’nci yıl dönümü münasebetiyle yine aynı kurum tarafından anılmıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız da 29 Ocak 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan genelgeyle bu yılı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan edip bu kapsamda “Dünya Dili Türkçe” adıyla yurt içi ve dışında çeşitli faaliyetler düzenlenmesine karar verdi. Bu karardan sonra Yunus Emre’nin yaşadığı topraklar olan şehrimizde de Yunus Emre’yi, Türkçemize katkılarını, şiirlerinde işlediği barış, kardeşlik, insan sevgisi gibi evrensel değerleri hakkıyla anlamak ve anlatabilmek için Valilik, Belediye Başkanlığı ve Üniversite işbirliği içinde hem ulusal hem de uluslararası alanlarda yıl boyunca faaliyetler yürütecektir.
Ben de bu münasebetle Cumhurbaşkanımızın “Yunus Emre ve Türkçe” vurgusundan hareketle Türkçenin Anadolu’da yazı dili olma serüvenine ve Yunus Emre’nin bu sürece yaptığı katkıya kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle Türklerin Anadolu’ya geliş sürecine bir bakalım. Türk boylarının Anadolu’ya gelişleri, X. yüzyıla rastlar. Özellikle XI. yüzyıl sonlarındaki Malazgirt (1071) ve Miryokefalon (1176) savaşlarıyla Anadolu’nun kapılarının Türklere tamamen açıldığını ve Anadolu’nun bir Türk yurdu hâline geldiğini söyleyebiliriz. Bu arada Oğuzların Anadolu’ya gelen Türk boyları içinde hâkim unsurlar olduğunu da belirtmeliyiz. Oğuzların sonraki süreçte de Anadolu’ya yayılma ve yerleşme hareketleri sürekli olarak devam etmiş, 13. yüzyılda yaşanan Moğol İstilası ve sebep olduğu siyasal, sosyal çalkantılar da Anadolu’ya yeni bir göç dalgasına sebep olmuştur. 13. yüzyılda başta Oğuzlar olmak üzere Türk boy ve topluluklarının bu büyük hareketliliği, 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Orta Asya’da tek bir çizgi (Göktürk-Uygur-Karahanlı) hâlinde gelişme gösteren Türk yazı dilinde bir dallanmaya yol açmıştır.
13. yüzyılda Anadolu’da Orta Asya’daki yazı dilinden farklı bir yazı dili geleneği de işte bu dönemde teşekkül etmiştir. Oğuzların kendi ağız özellikleri temelinde oluşturdukları, 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden ve bugünkü Türkiye Türkçesinin de çekirdeğini teşkil bu yazı dili, literatürdeki yaygın ifadesiyle Eski Anadolu Türkçesi adını alır. Âşık Paşa, Gülşehri, Yunus Emre gibi büyük mutasavvıflar da bu dönemde yetişmiş ve bu dönem Türkçesiyle eserler vermiştir.
Eski Anadolu Türkçesi, temelde siyasi olarak Selçuklular, Beylikler ve Osmanlının ilk dönemini içine alır. Selçuklular dönemi, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası nedeniyle siyasi, sosyal çalkantıların yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemde Battal-nâme, Dânişmend-nâme gibi destanlar Türkçe söylense de bilim ve edebiyat dili olarak kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti söz konusudur. Dolayısıyla Türkçenin yazı dili kimliğiyle güçlü bir şekilde ortaya çıktığı ilk dönem, Beylikler dönemidir. Beylikler döneminde bu kimliğin oluşmasında şair, yazar ve bilim adamlarının Türkçe duyarlılığı yanında o dönemde Anadolu beyliklerinin başında bulunan beylerin şair ve ilim adamlarını Türkçe yazma konusundaki teşvikleri de çok önemlidir. Zira konuşma dilinden yazı diline geçişte sosyal ve kültürel şartların oluşması ne kadar önemliyse sanat ve devlet adamlarının verdiği destek de bir o kadar önemlidir. Bu konuda özellikle Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de Konya’da okuttuğu “Bundan sonra
divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya” şeklindeki fermanının dolayısıyla ortaya koyduğu iradenin altını çizmek isterim.
Türkçenin Anadolu’da konuşma dilinde yazı diline geçiş sürecinde Karamanoğlu Mehmet Bey başta olmak üzere o dönemki Anadolu beyleri, devlet adamı olarak ortaya koydukları iradeyle nasıl bu sürece katkı sağladılarsa bu topraklarda inşa edilen Türk-İslam medeniyetinin kurucularından biri olan Yunus Emre de dinî-tasavvufi dünya görüşünü, insan sevgisini, kardeşlik, barış, ahlak, erdem gibi evrensel değerleri işlediği şiirleriyle, toplumun diğer katmanlarını ve devlet bürokrasisini etkileyerek Türkçenin kültür ve edebiyat dili olarak gelişimine çok önemli bir katkı sunmuştur. Elbette ki Yunus Emre’nin çağdaşları olan Âşık Paşa, Gülşehri gibi isimlerin de bu süreçte katkıları vardır fakat Yunus Emre’yi çağdaşlarının üzerine çıkaran ve Türkçeyi Anadolu’da yazı dili hâline getiren isim olarak sembolleşmesine sebep olan husus, eserlerinin sanatsal değeri, estetik yapısı ve söyleyişindeki heyecan ve lirizmdir. Anadolu Türkçesi, Yunus’un şiirleriyle çok güçlü bir ifade kabiliyetine kavuşmuştur. Bu hususlar açısından Yunus Emre çağdaşlarıyla kıyaslanamaz. Kimi şiirlerinde ulaştığı estetik seviye ve derinlik bugün bile aşılamamıştır. Yunus Emre aynı zamanda, kurduğu tarikat ve söylediği hikmetlerle İslamiyet’i sevgi ve barış dini olarak Orta Asya’da çok geniş bir çevreye yayan Ahmet Yesevi ve geleneğinin Anadolu’daki bir temsilcisi olarak Allah aşkını, peygamber sevgisini işlediği ilahileriyle de Anadolu’da Türkçenin din dili olarak gelişimine hizmet etmiş, Türkçe tasavvuf dilinin ve terminolojisinin kurucusu olmuştur. Dolayısıyla Yunus Emre, insanı insan yapan değerleri sade ve coşkulu bir dille anlatan, bütün dünyada sevilerek okunan bir halk ve hak âşığı olmasının yanında yedi yüz yıllık yazı dili geleneğimizde de bir mihenk taşıdır, Türkçenin Anadolu’daki manevi kurucusudur.
Teşekkürler Celal Güngör hocam; sağolun, var olun.
Kutluyorum Celal Güngòr hocam; bilginize, yüreğinize sağlık...