12'şerli gruplar halinde hayatlarını sürdürüyorlar, her grubun ayrı bir lideri var. İki at kavgaya tutuştuğunda diğerleri olan biteni 50 metre uzaktan izliyor... Karaman'ın Karadağ eteklerini yurt edinen 600 vahşi atın birbirleriyle kurdukları iletişim insanı hayrete düşürüyor.
Tarih, dağlarda, bayırlarda sürüler halinde dolaşan atları, evcilleştirerek topluma kazandıran ilk kavim olarak Türklerden söz eder. Bu ehlileştirmeyi Eskiçağ tarihçileri, yakın zamanda otomobili icat etmekle eşdeğer tutarlar. At için 'geçmişten beri kullanılagelen binek hayvanı' tanımı, bu yüzden, biz Türkler için soyut bir anlamdan başka bir şey ifade etmez. Çünkü atlar, Türkler için vazgeçilmez bir tutkudur. Türkler atın ilk şahidi, gönül vericisi, avcısı, teşhir edicisi, hizmete alıcısı, binicisi ve sahibidir. At ise Türklerin toprağının sürücüsü, değirmeninin döndürücüsü, suyunun çekicisi, yükünün taşıyıcısı, haberinin götürücüsü, sırrının ortağı, cenk meydanlarındaki kollayıcısı ve şanının yürütücüsüdür.
Her Türk devletinde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de en güçlü teşkilat atlı süvarilerdir. Osmanlı'da yaya ordusunun yanında kurulan ve atlı askerlerden oluşan Müsellem ordusu, büyük başarılara imza atmıştı. Başa geçen padişahlar ordunun durumuyla ilgilenirken atların sayısına ve yetiştirilmesine özel önem verirlerdi. Hatta atların devletin kanunnamesine girdiği, onlarla ilgili fermanların yayınlandığı da vakidir. Bu atların çoğu da Konya, Karaman, Eskişehir, Ankara ve Aksaray hattı içerisinde kalan bozkırlarda yetiştirilirdi.
Osmanlı'daki hayvan ocaklarından mı kaldı, yoksa evcilleştirilemeyen atlardan mı oluşuyor bilinmez ama bugün sözünü ettiğimiz kıraç topraklarda yüzlerce yabani at, başıboş bir vaziyette hayatlarını sürdürüyor. Torosların eteğinde Karaman Karadağ'da 600 'yaban atı', kimilerine göre 20. yüzyılın başlarından beri yelelerini özgürce vahşi doğanın rüzgârına bırakıyorlar.
Karaman'a 40 kilometre uzaklıktaki Karadağ'ın eteklerinde koşturan atlar, dağın 2 bin metresindeki volkanik çanağı kendilerine yurt edinmişler. 18 kilometre tırmanılarak ulaşılan Karadağ'ın Mahalaç zirvesinin seyranlık ettiği volkan çanağı, yaklaşık sekiz kilometrelik bir alanı kaplıyor. Atlar, düzlük olmasından dolayı çevreden gelebilecek tehlikelere karşı burayı güvenlikli buluyorlar.
Yaban atların sayıları 1930'lu yıllarda terk edildiklerinden beri 400'ün üzerine çıkmış. Zorunlu olmadıkça volkan çukurundan dışarı çıkmıyorlar. Yiyecek sıkıntısı çektiklerinde ya da tehlike hissetmeleri durumunda volkanik çanağı oluşturan bölümün dışına gruplar halinde çıkıyorlar. Genellikle 12'şerli gruplar halinde hayatlarını sürdürüyorlar. Her grubun bir lideri var. Grup, lider at tarafından yönlendiriliyor ve güvenliği sağlanıyor. Tüm grupların tek lideri bulunuyor. Bu tarz onlarca grup var ve mümkün olduğunca birbirleriyle karşılaşmamaya özen gösteriyorlar. Aksi halde liderlerinin kavga etmeleri kaçınılmaz. Böyle bir durum gerçekleştiğinde ise iki grubun lideri dışındaki atlar yaklaşık 50 metre uzaktan kavgayı izliyorlar. Hiçbir şekilde kavgaya karışmıyorlar. Tüm atların liderinin bulunduğu yerde iki grup karşılaşsa da kavga etmiyorlar. At kümeleri kendilerine yönelik teklikeyi gördüklerinde bir araya gelip beraber hareket ediyorlar. Tehlike geçtikten sonra tekrar kümeler halinde dolaşıyorlar.
Volkan çukuru bahar aylarında şenleniyor. Yörükler geliyor... Bir-iki oba sürüleriyle beraber her yıl bir süreliğine burayı kendilerine barınak ediniyor. Vahşi atlar da onlara anlayış gösteriyor, yamaçlara çekiliyorlar. Ta ki yörüklerin sezonu bitene kadar. Atların burada en büyük sıkıntısı özellikle yaz sonlarına doğru su bulamamaları. Bir-iki noktada kaya aralıklarından sızan su birikintilerinden sırayla ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Kışa çok güçlü ve tüyleri ışıl ışıl giriyorlar. Kış ise onlar için kâbus. Yiyecek bulma sıkıntısı çekiyorlar. Çoğu zaman kar altındaki ekili alanlardan beslenmek için zirveden 18 kilometre aşağılara iniyorlar.
1826 yılında Labordenn'in çizdiği Konya gravürünün arka planında görülen Karadağ, İncil'de de geçiyor. Hz. İsa'nın havarilerinden Sen Paul, Konya'dan kovulduktan sonra Klistra'ya geçiyor. Buradan Karadağ'daki Derbe'ye giden Sen Paul, orada bir süre kaldıktan sonra Güzel Atlar Ülkesi'ne (Kapadokya) varıyor. Bir zamanlar insan yaşamının bir parçası olan atlar artık vahşi doğanın pençesinde. Terk-i diyar eylendikten sonra Karadağ'ı kendilerine yurt ediniyorlar. Yeleleri rüzgârın estiği yönde, başları bulutların üzerinde olacak kadar özgür...
(YAZI VE FOTOGRAFLAR S.ALİ ÜNAL)