Gaffar dedem İstiklal savaşı gazilerindendir. Yunanlılarla savaşmış... Mustafa dedem de Çanakkale gazisi imiş... Mustafa dedemi hiç görmedim. Bir kolunu kaybetmiş Çanakkale'de... Köyde ona "Çolak Mustafa" derlermiş. Derler ki; koca bir çuvalı o tek koluyla kaldırır atın üstüne atarmış... Babayiğitmiş...
Gaffar dedemi gördüm ben... Çocuktum... Onun da yaşlı zamanlarıydı tabi... Öyle Çolak dedem gibi iri yarı, cüsseli değildi. Girdiği savaşları anlatmaya başlayınca, keyifle hepimiz etrafına doluşur ağzından çıkan kelimeleri kaçırmamaya çalışırdık Rahmetlinin... Ara ara da biz sorardık o anlatırdı. Onu dinlememizden mutlu olur, bazen anlatırken dalar giderdi... Kim bilir neler gelirdi gözlerinin önüne...
Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa imiş. Bunu bir kaç yaşlıdan da duydum aslında... Komşularımızdan Ahmet dede geçenlerde benim atölyeye geldi, onun da komutanıymış. 90 yaşının üstünde Ahmet dede. Onların Atatürk'ü, Ali İhsan Paşa... Onun anlattıkları da müthiş... Videoya çekecem inşallah. Allah daha uzun, sağlıklı ömür versin...
Gaffar dedem 12 sene askerlik yapmış. Yunan'a esir düşmüş. Kaçmış gelmiş köyüne... Bu da ayrı bir hikâyedir... Yunan dedin mi, o ihtiyar adam hemen gençleşir, gözlerinden alev fışkırırdı, korkardık... Yeniden yaşadı sanki o anlattıklarını...
Nasıl sabredebilirsin, nasıl unutabilirsin Yunanlıların köyleri basıp da hamile kadınların karınlarını delik deşik ettiklerini... Kundaktaki çocuğu havaya atıp, altına süngüyü tutup öldürdüklerini... Bebeğin süngüye saplanmasından zevk alıp eğlendiklerini... Yaktıklarını, yıktıklarını... Daha bir sürü şey... Hele kadınlara, kızlara yaptıkları...
Tarih kitaplarımız hep "Yunanlıları denize döktük" der ya... "Denize insan dökülür mü hiç?" derdim. Bu bir mecazdır diye düşünürdüm. Öyle değilmiş... Bizimkiler Yunan küffarının üzerine gidince, bunlar denize doğru kaçmışlar ve gerçekten dökülmüşler... O denizin kıyısı, yüzen Yunan şapkalarıyla doluymuş. Benim topraklarıma göz dikip, sivil insanlara, çocuk, kadın ve yaşlılara olmadık eziyetleri yapanlar hak ettiklerini bulmuşlar...
Ama şunu hiç unutmam... Gazi dedem derdi ki; "Savaşa giderken karşımızdan bir canavar geçti mi, o savaşı kazanacağımızı bilirdik..." Dedem "canavar" diyordu BOZKURT'a...
Bunu ben destanlarda, efsanelerde okur, gerçek olmadığını sanırdım. Hikâye değilmiş... Binlerce yıl önce Türk'e yol göstermiş olan Bozkurt, İstiklal harbinde de varmış... Bundan çok etkilenmiştim...
Atatürk'ün birçok yerde, binlerce yıllık Türklerin sembolü olan bozkurt figürünü kullanması, ilk paraların üzerine bastırması boşuna değilmiş...
Gazi dedemin ölümünde oradaydım. Dedi ki; "Beni percereye çıkarın"... Osman dayımın iki katlı kerpiç evinin ikinci katının siyah demirli, çerçeveleri krem renkli yağlı boya ile boyanmış penceresine çıkardı dayım. Biz çocuklarla evin hayadında (bahçesinde) oynuyorduk. Sağ olarak son görüşüm idi onu. Pencereyi açtılar... Demirlerinden tuttu... Gözleri ileriye doğru bakıyordu. Dimdikti... Daldı gitti... Dedem iyileşti sandık. Sevindik... “Rabbim ben üzerime düşeni yaptım. Bu ülke için bedel ödedim. Huzurla al artık canımı...” der gibiydi. Sonra içeri aldılar çok sürmedi Rabbine kavuştu...
O görevini tamamladı. Yunandan temizledikleri bu ülkeyi bize teslim etti... Aslında ülkeyle beraber Bayrağı, Kur'an'ı, Namusu, mukaddesleri emanet etti bize...
Son nefesini verdiği odanın orta yerine serilen bir battaniye üzerine yatırdılar ve üzerine de bir bıçak koydular. Sabaha kadar onun etrafında oturdu herkes de sabahı beklemiştik. O bıçak hareket ediyor gibi gelmişti bana...
Sanmayın onun yaşadıklarını sadece benim dedem yaşadı... Değil... Hepinizin ailesinde, dedeniz değilse, dedenizin babası, anası mutlaka kan döktü, zulüm gördü, can verdi bu topraklara...
Dedem Yunana değil, Rabbine teslim oldu.
Eminim son nefesini verirken o canavar dediği bozkurt geçti gözlerinin önünden... Ona Rabbine kavuşacağının müjdesini verdi.
Allah Rahmet Eylesin...