1976 ya da 1977 yılıydı. Harman zamanı köydeyiz, Saçıkara'da. İdris'in Hüseyin diye bilinen Hüseyin Aksin Amca bir gün bize kahvehanede bir işten bahsetti.( Rahmetli Hüseyin Amca çok hoşsohbet ve iyi yürekli birisiydi. Olayları dramatize ederek anlatırdı.)
Aslen Ilgınlı olan ve İstanbul'da oturan birisi Afyon- Çay'da bulunan ( tabii -yok fiyatına- satıldığı için şimdi öyle bir fabrika yok) kâğıt fabrikasıyla sap balyası anlaşması yapmış. Bir Fiat 640 traktör ve bir de sap balyası makinası almış( ilk defa görüyorduk). Bize söylendiğine göre iyi para kazanacaktık. Dört işçi genç lâzımdı. Günde şu kadar balya yüklenecek, şu fiyattan şu kadar para kazanırsınız diye güzel bir hesap çıkarıldı. Okul harçlıklarını kazanacaktır.
Ben, Kadınhanı'nda oturan ve köye harman işleri için gelen amcam oğlu Hasan, Aydın- Söke'de oturan tatil için köye gelen, halamın oğlu Hamza, bir de köyden Ali Karaboyun.
O yıllar ülkemizde ideolojik ve siyasi ayrışmanın ve gerilimin kavga noktasına vardığı yıllardı. Bir köy genci olarak Ali'nin bu işlerle ilgisi yoktu ancak ben Akşehir Öğretmen Lisesinde okuyordum ve keskin ülkücülerdendim. Amcam oğlu Hasan, Kadınhanı Lisesinde okuyordu ve hızlı sosyalistti( şimdi emekli öğretmen ve ilçede ticari işletme sahibi). Hamza rahmetli, yanılmıyorsam Astsubay okulunda okuyordu ve sol görüşlüydü( ancak ağabeyleri gibi keskin değildi, çok sempatik, esprili, neşe dolu bir genç olan Hamza, astsubay olarak görev yaparken, genç yaşta kalp krizi sonucu hayatını kaybetti).
Bir gün sabah Hüseyin Amca ve biz dört arkadaş yukarda sözünü ettiğim traktöre binip( arkasında balya makinası ve römork) yola çıktık. Önce Başkuyu köyüne vardık. Orada bir tanıdığın evine uğrayıp çay içtik. Oradan hareketle, arazi yollarını takip ederek akşamüstü, Sarayönü- Başhüyük'teki tarlalara vardık. Göz alabildiğince her yer anız tarlasıydı.
Brandadan bir çadır kurduk. Hava çok sıcaktı. Patronun o zamanlar çok yaygın olan - kırmızı renkli- bir Fargo pikabı vardı. Onunla bize küçük tüp, demlik, tencere, çanak ve makarna, yağ zeytin gibi gıda maddeleri getirdiler. Yeme- içme bize aitti, iş sonunda hesaplaşacaktık.
Ertesi gün işe başladık Bir iki gün çalıştık, durum bize anlatıldığı gibi ilerlemiyordu. Balya üretimi ve yüklenen balya sayısı beklendiği gibi değildi. Ertesi gün makina arıza yaptı. Hüseyin Amca traktörü zar zor kullanabiliyordu ve makinadan anlamıyordu. O yıllarda cep telefonu olmadığı için haberleşme zordu. Issız arazide ancak patronun adamları tarlaya gelince arızadan haberdar olabildiler. Geri git, usta bul, getir derken bir hayli vakit geçti. Sonra tekrar üretim başladı, biz de çalışmaya başladık. Bir kaç gün daha geçti. Beklediğimiz gibi bir gelirimiz olmuyordu. Önce bizim amcaoğlu ve hala oğlu homurdanmaya başladılar. "Böyle olmaz hakkımız yeniyor, gidelim" demeye başladılar. Ne de olsa serde solculuk vardı, haksızlığa razı olunmamalıydı. Ben ıssız arazide Hüseyin amcayı bırakıp gitmek ayıp olur, hem yerimize adam bulsunlar, biraz sabredelim diyordum.
Elimizde balyaları yüklemeye yarayan, ucu kıvrık, inşaat demirinden yapılmış aletler vardı. Akşamüstü hava serinleyince, onları kemerlerimize takıp, başımızda hasır şapkalar la kovboylar gibi geziniyorduk. Sabahları zeytin, ekmek öğleyin makarna( bazen akşam da) yiyorduk. Su sıcaktı. Güneşin altında iyice yanmıştık.
Aşağı yukarı bir hafta dolunca Hasan ile Hamza " yeter artık gidelim" diye direttiler. Neyse, kerhen de olsa ben de razı oldum. Ertesi günü patronun adamları gelince gideceğiz dedik. Adamlar gitmeyin diye ısrar ettiler. Kararımız kesin deyince, hesap gördük. Masraflarımız düşüldükten sonra elimizde az da olsa bir miktar para kalmıştı. Hüseyin Amca ve Ali'yi orada bırakıp onların arabasıyla Sarayönü otogarına kadar geldik. Oradan Kadınhanı'na geçecektik. Soğuk bir şeyler içelim diye garajın içindeki büfeye geçtik. Birer kola, fanta içecek aldık. O da ne! Büfeyi çalıştıran gencin yakasında büyük bir hilal içine yerleştirilmiş bozkurt bulunan bir kolye vardı. Hasan bunu görünce hoşuna gitmemiş olcak ki "haydi dışarı çıkalım" dedi ve çıktık. ( Bu satırları okuyunca" bu kadar ayrıntıyı nasıl hatırlıyorsun hocam?" diyenler olabilir. Bende geçmişle ilgili daha ne ayrıntılar var...)
Oradan bir araca binip Konya- Kadınhanı yolu üzerindeki Ladik kasabasına vardık. Oradan sonrasını otostopla gidecektik. Gelen arabalara el kaldırmaya başladık, bir otomobil durup bizi aldı. Afyonkarahisar'a gidiyormuş. Az sonra nasıl çıktı bilmiyorum, aramızda hararetli bir tartışma başladı. Hasan ile Hamza bizim sigortamız olsa hakkımızı alırdık, bu durumu yaşamazdık vb. görüşler ileri sürüyorlar, ben de üç günlük sigorta mı olur vb. sözlerle onlara karşı çıkıyordum. Araç sahibi tedirgin olmuştu, bizim kavga edeceğimizi sandı herhalde. Adam bir taraftan arabayı kullanıyor bir taraftan da sık sık geriye dönüyor bize bakıyordu. Bizi araca aldığına pişman olduğundan emindim. Ancak inin de diyemiyordu. Üç genç, her şey olabilir diye düşünmüş olacak ki seslenemiyordu. Bu şekilde Kadınhanı'na kadar geldik. Biz geldiğimize, adamda bizden kurtulduğuna şükretti sanırım. Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum. Halam oğlu Hamza'ya ve Hüseyin Amcaya sonsuz rahmetler diliyorum. Ruhlarına Fatihalar gönderiyorum. Amcam oğlu Hasan'a da sağlık ve esenlik diliyorum.