3
Mayıs, “Türkçüler Bayramı” ya da “Milliyetçiler Günü” gibi adlarla kutlana
gelen, yakın tarihimizin önemli dönüm noktalarından birisidir.
Bilindiği
gibi; 1940’lı yıllar, ülkemizde tek parti iktidarının hâkim olduğu yıllardır.
Milletten ve onun kültüründen koparılan devlet kadrolarına yerleştiği, baskı,
zulüm ve materyalizmin yönetim anlayışına hâkim olduğu yıllardır 1940’lı
yıllar…
“Milli
Şef” diye adlandırılan İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu yıllar… Milliyetçilik
anlayışının yerine hümanizmin hakim kılınmak istendiği yıllar… Atatürk’ün
“muasır medeniyet seviyesi” diye adlandırdığı büyük hedefin batılaşma diye
saptırıldığı yıllar… Milli kültür yerine Helenistik-Batı kültürünün hükümet
politikası olarak benimsediği yıllar… Siyasette hiçbir muhalefet hareketinin
oluşmasına imkan tanınmayan yıllar… Açlığın, yoksulluğun, sefaletin ülkemizi
çepeçevre kuşattığı yıllar… Milletimizin çaresizlik ve karamsarlıkla, umutsuzca
kıvrandığı yıllar… Milli Eğitim Teşkilatı’nın komünistlere teslim edilmeye
çalışıldığı, komünizm propagandalarının ayyuka çıktığı yıllar…
İşte
böyle bir ortamda, Başvekil Şükrü Saraçoğlu çıkıp TBMM açış konuşmasında “Biz
Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” gibi laflar ediyor. Yıl 1942’dir.
Ancak, 1944 yılına kadar gelindiğinde ülkenin başta Dil Tarih ve Coğrafya
Fakültesi olmak üzere yüksek öğretim kurumlarında ve liselerde Marksist
örgütlenme hızla yayılmaya başlamıştır.
Öte
yandan 2. Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşmış ve cephelerde Ruslar, Almanlara
karşı üstünlük kurmaya başlamışlardır. Bundan da güç alan komünistler, iş iyice
azıtınca değerli fikir ve dava adamı şair Hüseyin Nihal Atsız, 1Mart 1944’te
Orhun Dergisi’nde Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup
yazmıştır. “Türküz, Türkçüyüz” diyen başvekile madem öyleyse bu
söylediklerinizin gereğini yapın, memleketin her yanını kızıllar sardı, iş
işten geçiyor mealinde özetlenebilecek bir mesajdır bu mektupta ifade edilen…
Arkasından,
1 Nisan 1944’te yine aynı dergi Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na Atsız’ın ikinci
açık mektubunu yayımlıyor. Bu mektupta devlet teşkilatına sızan komünistleri
tek tek teşhir ediyor. Burada adı geçenlerden Sabahattin Ali, hem devlet
erkânını kışkırtıyor ve hem de Atsız aleyhine dava açıyor. Atsız, mahkeme için
trenle İstanbul’dan Ankara’ya geçiyor. Birinci duruşma 26 Nisan’da, ikinci
duruşma 3 Mayıs’ta ve üçüncü duruşma da 9 Mayıs’ta yapılıyor.
Birinci
duruşmada, Atsız’ın İstanbul’dan Ankara’ya gelişi istasyondaki kalabalık
üniversite öğrencileri ve halk tarafından coşkuyla karşılanıyor. Ancak, önemli
ve büyük olaylar ikinci duruşmada yani 3 Mayıs 1944’te gerçekleşiyor.
Mahkeme
salonunu dolduran gençler, buraya sığmamış ve sokaklara taşmıştır. Sonunda daha
da coşan gençler, Ulus’a doğru yürüyerek, büyük gösteriler yapmışlardır. Bu,
Cumhuriyet tarihindeki ilk izinsiz gösteri ve yürüyüştür.
Bunun
üzerine hükümet ürkmüş, korkuya kapılmış ve durum büyük abartılarla
Cumhurbaşkanı İnönü’ye rapor edilmiştir. Akabinde hükümet telaşlanarak
Türkçü-Milliyetçi şahsiyetlerin evlerini aratarak tutuklamaları başlatıyor…18
Mayıs günü resmi bir tebliğ yayınlanarak vatansever gençler, Türkçülük
Turancılık ve hükümeti devirmek, bunun için teşekkül oluşturmak gibi iddialarla
suçlanıyorlar.
19
Mayıs kutlamalarında ise Cumhurbaşkanı İnönü, henüz açılmamış dava hakkında
bütün Türkçüleri mahkûm edecek şekilde bir konuşma yapıyor. 7 Eylül 1944’te bu
dava başlıyor. İlk 23 kişi sanık durumunda. İçlerinde Hüseyin Nihal Atsız,
Alparslan Türkeş, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Dr. Hasan Ferit Cansever,
Hüseyin Namık Orkun, Dr. Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkan, Hikmet Tanyu, Sait
Bilgiç vb. gibi seçkin milliyetçi şahsiyetler var.
Duruşmalar
birbirini takip ediyor ve 29 Mart 1954’te Sıkıyönetim Mahkemesi kararını
veriyor. Sanıklar çeşitli cezalara çarptırılıyorlar. Ancak karar temyiz
ediliyor ve 25 Ekim 1945’te Askeri Temyiz Mahkemesi tarafsızlığını yitirdiği
gerekçesiyle bu karı bozuyor.
İki
Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’ne havale edilen bu davada 3 Mart 1947’de son
celsede bütün Türkçüler beraat ediyorlar.
Fakat
unutmamak gerekir ki, mahkemelerin devam ettiği sırada yurdun en seçkin
evlatları olan bu insanlara en ağır işkenceler yapılıyor. Herkesin bildiği
“tabutluk işkenceleri” bir yıl, bazıları için bir buçuk yıl sürüyor. Olmadık
muamelelerle tabii tutuluyorlar.
Ancak,
unutmamalıyız ki, bütün olanların başlangıcı 3 Mayıs 1944’te yapılan
gösterilerdir. Bu nümayişin sonucunda Türkçülük-Turancılık davası açılmıştır.
Sonraki gelişmeler bundan dolayı yaşanmıştır. Bu tür sıkıntı ve badireler her
büyük düşünce ve ideolojinin tarihinde yaşanmıştır. Türk Milliyetçileri de bu
sıkıntıları yaşamışlar, pişmişler, olgunlaşmışlar, davalarının çilesini
çektikleri için daha da güçlenmişlerdir.
İşte,
bu “3 Mayıs” deyince bunları hatırlıyoruz. Türkçülük davasının geçmişini,
mücadelesini yâd ediyoruz. Bu yolda emek veren ve çile çekenleri minnetle,
saygıyla anarken, aramızdan ayrılanları da rahmetle yâd ediyoruz.
Bu
duygularla, okuyucularımızın ve Türk Milliyetçilerinin “Türkçüler Bayramı”nı
kutluyorum.