İlk defa dün akşam gördüm.
Bir hayırlı iş için duaya gittik.
Çıkışta arkadaşım bak hocam dedi.
Ben'de baktım tabii'ki.
Hayırdır inşallah..
Parmağını direksiyon civarında bir yere dokundu araba çalıştı.
Kapıyı da parmak teması ile açmış meğer.
Sübhanellah lâ kuvvete illa BİLLAH.
Yâni Kontak anahtarı tedavülden kalkmış resmen.
Onbeş yıl kadar önce,
ilk uzaktan kumanda ile, on metre öteden arabanın kapısını açtığında bizim Esad(şen) bey,
o zaman da böyle şaşırmıştım.
Artık anahtar, kumanda kalkmış.
Parmağın yanındaysa sorun yok.
Tam benlik aslında.
Her yerde bir eşyasını unutan ben parmağımı istesem de unutamam herhalde.
İlk faksı gördüğüm de korkmuştum.
Bak hocam bu yazıyı bu alete bırakıyorsun,
aynısını Sungurlu'dan alıyorlar demişti memur arkadaş.
Kayseri'nin Yahyalıdanda alırlardır herhalde dediğimde,
Edirne'den bile alınır demişti galiba.
Faks bile tarih oldu.
Hayat çok hızlı akıyor dostlar.
Ve KOLAYLAŞTIKÇA ZORLAŞIYOR GALİBA.
Hani çözdükçe dolaşıyor denirya öyle işte.
Tabii'ki kontaksız arabanın fiyatını soramadım.
Ancak en ufak bir parçasına bir maaş gidermiş.
Öyle dedi arkadaşım.
Dün öğleyin bir tanıdığım genç, insanlardan yakındı.
Yaşım otuz altı usandım hayattan hocam diyor.
Saçları dökülmüş, sakalının yarıdan fazlası ağarmış.
Antalya taraflarına gideceğim diyor.
Eskiler derdi ki.
"Okka her yerde dörtyüz dirhem."
Antalya Karaman'ın denizli olanı diye biliyorum ben.
Belki de değildir bilemem.
Fakstan biraz daha geriye gidelim mi.?
Evet gidelim.
Konya'nın "triportür"leri meşhurdu bir zamanlar.
Çarşıdan otogar'a altı kişi taşırlardı sürekli.
Konya'lı ilk binmiş bu üç tekerliye ve otogar'a varınca:
"Yeğenim hem oturduk hem yürüdük" nasıl oldu bu iş demiş derler.
Bizim üç tekerli dediğimiz javadan bozma ulaşım aracı.
Az daha geriye gidelim.
Köyde düven'le sap sürülen yıllar.
Gazlı fordson gelmişti köye.
Sapı atıyorsun ağzına kül edip çıkarıyor dışarı.
Sık sık kayış atması olmasa çok iyiydi.
Biraz daha geriye gidiyoruz.
Altı aylıkmışım.
Köyde hastalanmışım.
Ben annemin sırtında,
annemle ikimiz eşeğin sırtında, babam yaya beş saatte Karaman'a gelmişiz.
Babacığım anlatırdı.
Dr, Ziya güven varmış.
İğne yapmış, yarın sabaha ölmezse kurtardık demiş.
Kurutulmuşum herhalde ki, burada şimdi kem küm ediyorum.
Yetmiş bir sene öncesi yâni.
Yeryüzünde sıtma ve zatürrieden başka hastalığın olmadığı yıllar.
Ekmeğin pekmeze denk geldiği yıllar.
Maydın çorabın bile olmadığı,
yün çorap giyildigi yıllar.
Yumurtanın külde beslendiği yıllar.
Tereyağının "Sâde yağ" olduğu yıllar.
Stadın orada kerpiç kesilip, at arabası ile şehire taşındığı yıllar.
Ay çekirdeğinin "devramber" olduğu yıllar.
Ocakta odun yakılıp, mangalda tıkır tıkır yemek piştiği yıllar.
Farenin bol olduğu, kedinin işe yaradığı yıllar.
Deruni dilden, cânı gönülden mektup yazıldığı yıllar.
Burası Muştur.
Yolu yokuştur.
Giden gelmiyor.
Acep ne iştir.
Yılları....
Belki de Karaman'ın Larende olduğu yıllar.
Kese kağıdının, filenin, hüküm sürdüğü yıllar.
Gelinlerin ata bindirildiği yıllar.
Çarık ve dolak giyildiği yıllar.
Düğünlerde:
"Hey gâziler"in söylenerek gelin çıkarıldığı seneler.
Kahvenin Yemen'den geldiği yıllar.
Evet o yıllardan...
Adnan Şensesin:
Yorgunum dostlarım yorgunum artık.
Vefasız yıllar a dargınım artık.
Dediği yıllara geldik.
Epeyce doluktum.
İyi bir ağlayıp uyumam lazım galiba.
Ne kontaksız araba, nede akıllı daire isterim.
Sessiz sedasız, çam ağaçları arasında telefonsuz bir aylık bir yaşam hayalimdir.
Biliyorum o'da hayal olarak kalacak.
Hayali bile cihan değer demişler.
Sağlıcakla kalınız.