DEMOKRASİMİZ KAÇINCI SINIF? Osman Nuri KOÇAK Dışişleri Bakanımız, olaylara tepki veren Amerikan hükümetini, “bizim demokrasimiz ikinci sınıf demokrasi değildir” diye biraz uyarmış, biraz da fırçalamış(!) Bakanımıza göre bizim demokrasimiz “Birinci sınıf” demokrasi oluyor demek ki. Hatta çok sevdikleri bir deyimle de “ileri demokrasi...” Demokrasimizin sınıfsal mevkisini üç konuda test etmek bile onun ne menem bir şey olduğunun sağlam ipuçlarını vermeye yeter diye düşünüyorum. Birincisi “Basın iktidar ilişkileri, İkincisi muhalefet – iktidar ilişkileri, Üçüncüsü bürokrasi- iktidar ilişkileri. Gezi Parkı olaylarının başlangıcında yüce Türk basını acaba üç maymunu oynarken salt kendi iradesi ile mi kör- sağır numarası yapıyordu yoksa bir sopa kokusu ile mi öyle davranıyordu? Öyle bir sopa ki, milyarlarca lira cezaya ve hangi yazarlar ile çalışılıp çalışılmayacağına tekabül eden bir gözdağı sopası... Gerçekten Halkın Sesi olması gereken basının sayfalarında gezinivediğimizde “helâl olsun” diyebiliyorsak demokrasimizin sınıfı birincidir. Her türlü güç elindeyken, iyi yapılan her şeyi kendisine, kötü giden her şeyi de elinde soğuk suyun anahtarı olmayan muhalefete yükleyen bir uyanık iktidar anlayışı hangi birinci sınıf demokraside var acaba? Asıl can yakıcı sorun ise hizmetlerin dağılımındaki adalet sorunu. Meselâ, hangi belediye başkanı kendi dünya görüşüne ihanet anlamına gelen, yol arkadaşlarını terketmiş bir vefasız durumuna düşmeyi ve onurunu zedelemeyi ister? Hele de partisi tarafından partisine bağlılığı yıllarca ölçülmüş insanlardan oluşan bir kadrodan seçildiklerini düşünürsek bu durum daha da düşündürücü hale gelmez mi? O halde neden bir belediye başkanı parti değiştirir ve bu parti de ezici bir çoğunlukla iktidar partisi olur? Adaletli bir hizmet alamaz da onun için. Halkına daha fazla hizmet alabilmek için. Seçildikten sonra tüm vatandaşlara eşit bir mesafede ve adil bir duruşu olmayan bir demokrasinin sınıfı kaçıncı ki? Dünyanın hangi birinci sınıf demokrasisinde bir başbakan, “benim valim, benim genel müdürüm, benim il müdürüm, benim başkanım hatta benim bakanım” diye devleti tekelindeymiş gibi sayabilir ki? Tüm bu kurumlar ve yöneticileri halkın ve devletin yöneticileridirler. Başbakan bile öyledir. Bürokrasimiz iktidarın günlük telkin ve baskılarından arınmış salt kanunları uygulayan bir organizasyon mudur yoksa her adımı iktidar tarafından belirlenen güdümlü kurumlar mıdır? Bu soruya verilecek cevabın yönü de demokrasimizin sınıfının belirleyici notunu oluşturacaktır. Ne dersiniz haydi insaflı bir cevap verin de demokrasimizin kalitesini bilelim. Bu sorunlar elbette bu hükümetin icat ettiği sorunlar değildir. Ama iktidara geliş iddiaları bu sorunları çözmek, insanlarımızı daha çok özgürleştirmek ve demokrasimizi birinci sınıfa yükseltmekti. Yaptılar mı? Son on gündür demokrasimizin nereden nereye geldiğini daha iyi gördük. Daha da kötü olmuş. Devleti ve milleti kişisel mülkü gibi gören hükümetleri çok tanıdık ve bilirdik. AKP hükümeti hepsinin ilerisine bu anlamda geçmiş onu anladık. Baskı ve faşizm kimseye yaramadı ona da yaramayacaktır. Milletin genleri uzun baskı uygulamalarına uygun değildir biline... Not: Direnen kitleler arasında mala zarar verenleri göstererek polisin sertleşmesini mazur göstermeye çalışanlar var. Yoğun kitle eylemlerinde zatedilemeyen küçük gruplar var diye eylemi hedef göstermek doğru değildir. Ayrıca, devletin sinirlenme hakkı yoktur. O sakindir. Eşeğimi dövenin atını döverim diyemez. Çünkü polis gerçekten orada toplanan insanların polisidir. Onlar sinirlense de, taş atsa da, sevmedikleri slogan atsa da bu durum değişmez. Devletin sükuneti, tüm aşırılıkların ilacıdır. İleri demokrasi pazardan alınmıyor. Sınav vererek gelişiyor.