Hoş kokular, anılarımızı saklayan nadide zerreciklerdir.
Koku, yaşamın labirentlerinden, bizim için çok değerli bir anıyı yanına alır, duyularımızın kucağına bırakır.
Ovada, çölde, dağda, ağaçta, çiçekte, toprakta, suda, havanın olduğu her yerde koku vardır.
Koku, gerçek sahibini bekler. Zerrecikler rayihasını, aromasını ipek şal gibi sarıp, yıllarca diri tutar. Her kokunun sahibi vardır, nasiplisi vardır. Koku, sahibini tanır.
Orta Toroslarda, 3 bin metreye yakın bir yükseklikteyim. Eylül’ün ikinci haftası. Rüzgar esiyor, henüz sert değil. Yakmıyor, çarpmıyor, okşayan bir rüzgar.
Su kaynağı gördüm, tadına bakmadan geçip gidemem. Issızlığın, dorukların suları benim için altın madeninden kıymetli.
Her kaynak, pınar veya göze, binlerce canlının yaşamına arkadaşlık ediyor. Kaynak yoksa, o canlılar orada olmuyor. Her kaynak, canlıları toplayan bir güce sahip.
Kaynağa yaklaşıyorum, bir kız çocuğu; arıların, karıncaların, kelebeklerin, adını bilmediğim böceklerin su içtiği, yeşilin her tonunda küçük otların yeşerdiği kaynağın önündeki yalağın kenarına oturmuş, ürkek, bana bakıyor.
7-8 yaşlarında, çekingen, buna rağmen bakışları yumuşak. Gözbebekleri iri, siyah, lekesiz cam misketler gibi parlak. Yüzü güneş yanığı, ışıl ışıl.
Babasıyla gelmiş. Onlarca bidonun başında baba. Kaynaktan su alacak ve arılarına götürecek. Yakınlarda kovanları var.
Babaya selam veriyorum, sohbet ediyoruz. Bu yıl bal olmadığını, arıların çoğunun öldüğünü öğreniyorum. Bir de bulunduğum bölgenin adını soruyorum, söylüyor.
Ankara’dan buralara gelmiş olmama anlam veremiyor, düşünceli düşünceli beni süzüyor.
Kız çocuğunun kulağı bizde. Meraklı, ürkek bana bakmaya devam ediyor. Gülümsüyorum, o da gülümsüyor.
Minik avuçlarında vargit çiçekleri görüyorum. Bir çiğdem türü, safrana benzeyen çiçeklerden.
Öyle güzeller ki, sıcak, minicik bir avuçta sımsıkı kavranmış olmalarına rağmen tazeliklerini koruduklarını fark ediyorum.
Minik avuçta, köklerinden ayrı düşmüş, leylak renkli taç yapraklar.
Vargitlerin kokusunu duyumsuyorum. Serinlik hissi veren, taze, balı anımsatan, dağ havası gibi, çocukluğumun bahçelerinin kokusu sarıyor çevremi.
Kokunun dağıldığı avuç içlerinden taşan vargit çiçekleri bir anda yeşil-mavi gözlere dönüşüyor. Gözlerim, renk tünelinin içine dalıyor.
Ah anılar!
Nereden, ne zaman çıkıp geleceklerini hiç söylemezler. Ansızın gelirler, her hücremize tek tek dokunurlar. Bize, öylece durup beklemek düşer.
Vargit çiçeği nasıl toplamış kokusunu. Torosların doruğunda bunca zerreciği, bunca ayrıntılı anıyla nasıl koruyabilmiş kendini.
Anılar, kokularla hareket eder, hissedildiği anda her yerdedirler. Düşünce, akıl ve eylem bu hıza yetişemezler.
Anıların ulaştığı yere varmak istediğimizde o çoktan başka bir yere geçmiştir.
Anılar gevezedir. Ağzımızdan çıkan, zihnimizden geçen hayatımızın her cümlesini bize bir kaç saniyede boca edecek kadar çenebazdırlar.
Minik avuçtaki vargitler birden bir çift göze dönüşüyor. Bir çift renkli göz bana bakıyor. Derinden, ürpertiyle. Bir çift yeşil, mavi karışımı renkli göz, çocuk sevgilinin gözleri.
Çocukluğumun bahçe kokusunu giderek daha çok hissediyorum.
İnsan değişir. Fikri, bedeni değişmeye kurgulanmıştır.
Bu gözler aynı, hiç değişmemiş. Gözler değişmeyen organlarımız mı?
Ellerimi uzatıyorum, minik parmaklar açılıyor, bir çift göz avuçlarıma düşüyor. Zarar görmelerinden korkuyorum. Avuçlarımdan kayıvereceklermiş gibi geliyor. Öyle narinler, öyle korunmasızlar ki.
Oysa çoktan ölmüş olmalılar. Koparılmışlar ve köklerinden ayrı düşmüşler. Kökleri ise bir kayanın koynunda kışı karşılayacak.
Bir çift göz avuçlarımda, kökleri kayanın koynunda, ben anılarımla yaylada...
Avuçlarım açık, gözlere bakıyorum. Burcu burcu bir koku; sanki çocukluğumun, ilk gençliğimin çiçek kokularının harmanı.
Yaylada bir çiçek, avuçlarımda bir çift göz olmuş.
Çiçek az sonra solacak, pörsüyecek, kokusunu yitirecek. Ne yeşil-mavi-sarımtırak güzelliği kalacak ne de bir avuç onu saklayacak.
Vargit çiçeği, adın gibi kim bilir nerelere gideceksin? Bir yere ait değilsin. Minik avuçlar birazdan seni bırakıverecek. Taç yaprakların savrulacak.
Gözlerim avuçlarımdaki anılarımda.
Bir avuca bir ömrün anısı sığabiliyor.
Bir kelebek burnuma çarpıyor. Tiftik kadar yumuşak, hiç ağırlığı yok. Fakat bana çarptığını biliyorum. Beni anılarımdan koparıyor, yeniden su kaynağının bulunduğu ortama getiriyor.
Anılar yaşlanmıyor, eskimiyor.
Vargit çiçekleri artık bir çift göz değil. Çiçekleri kız çocuğuna uzatıyorum. Yavaşça alıyor, avuçlarını dolduran çiçeklerin üzerine parmaklarını sımsıkı kapatıyor. Taç yaprakların öz sularının avuçlarını ıslattığını düşünüyorum, öyle güçlü sıkıyor.
Kelebek, ipeksi kanatlarıyla titrek titrek uçuyor, daireler, zikzaklar çiziyor, gözden kayboluyor.
Makineyi alıyorum, ayarlıyorum, her bir yaprağı bir yana savrulacak vargit çiçeklerini çekiyorum.
Fotoğrafa bakmıyorum; bir çift yeşil, mavi göz mü, leylak renkli vargitler mi var hafıza kartında, bilmiyorum.
Bir anıyı, çiçekle, çiçek kokusuyla gelen bir anıyı, bir güz kelebeği silip götürmedi. Minik kelebek beni kendime getirdi.
Torosların bir zirvesinden başka bir zirvesine gitmek için pınardan ayrıldım. Yolda bana Kaptanzade Ali Rıza Bey’in Segah bestesi eşlik etti.
Otomobilin camlarını açtım. Hızını artıran rüzgarı da yanıma aldım. Ömer Bedrettin Uşaklıgil’in,
güftesi,
“Gel gitme kalmasın gözüm yollarda
Her taraf bu akşam sel fidan boylum
Çılgınca dağları saran bu karda
Geçilmez o çamlı bel fidan boylum
Bu akşam ben gibi sen de mahmursun
İlişme kollarım boynunda dursun
Karanlık geceme yıldız olursun
Gel gitme bu akşam gel fidan boylum.”
doruklarda yankılandı.
Yaşadıkça görürüz, etrafımızdaki her şey, herkes büyük değişim ırmağının coşkulu sularıyla sürüklenip gider.
Kokular ve anılar kalıcıdır.
Kokular, anılarımızı saklayan nadide zerreciklerdir.
Meraklı Okur İçin Notlar:
Vargit çiçeği bir dağ güzelidir. Yaylalarda, soğuk ve yüksek yerlerde yetişir. Bir çiğdem çeşididir. Göçgöç, kalkgit, güzçimi isimleriyle de anılır.
Yörükler, sarı ve mor çiğdemlerin havaların ısınmaya başladığını, yaylaya çıkma zamanının geldiğini, pembe ve leylak renklilerin ise kışın, eve dönüşün yaklaştığını haber verdiğine inanırlar.
Vargit çiçekleri açmaya başladı mı yaylalarda denkler hazırlanır, kışlanacak mekanlara dönüşler başlar.
Vargit çiçekleri kar düşünceye kadar doruklarda, sert rüzgarlara direnir.
Yalnız çiçektir. Yazgısı yalnızlıktır. Yetiştiği yerler gözden ırak zirveler olduğu için fark edilen bir çiçek değildir.
Ahmet Kaya’nın en güzel şarkılarından birinin adı “Çiğdem Çiçeği”dir.
Sözleri de Ahmet Kaya’nın olan bu şarkıyı dinlemenizi öneririm, beğeneceksiniz.