HAYAT VE BAYRAM
Osman Nuri KOÇAK
24 Ekim 20122 Çarşamba günkü gazetemizde Manşet haber olarak verdiğimiz yazarımız Osman Nuri Koçak’ın ismi konulmadan haber olarak yayınlanan bu yazıyı tekrar yayınlıyor, yazarımız ve okuyucularımızdan özür diliyoruz. K.UYANIŞ
Çok uzun bir süredir etrafımda içten gülen insanlara (kendim de dâhil) hasretim.
Galiba tüm toplum olarak mutsuzluk hastalığına yakalandık.
Her gün işyerimin önünden neşeli Konya ve Niğde havaları çalarak geçen bir seyyar hırdavatçının arkasından özlemle bakar kalırım.
Sonra sorarım kendi kendime “mutluluk nedir ve madde ile ilintisi nedir?” diye…
Akşama kadar tezgâhındaki birkaç alet edevatı satarak evine ekmek götüren bu insanda dışa vuran neşeyi neyle irtibatlandırmalıyım?
Parası pulu olan ve hali vakti yerinde dediğim birçok insanda bu mutsuzluk hastalığını gözlemliyorum.
Bu hastalık dalga dalga nesilleri etkisi altına alıyor.
İşim gereği öğrenciler ile içli dışlıyım. Müşteri olarak işyerime gelen öğrencilerin hemen hemen tamamı yüzü asık olarak giriyor ve yüzü asık olarak çıkıyorlar. Veliler de öyle.
Vaktim olursa sohbet olanağı bulduğum bazılarıyla konuştuğum zaman sadece para harcadığı için mutsuz olmadıklarını acı ile gözlemliyorum. Aldıkları hiçbir şeyden mutlu olmayan çocukları izliyorum. Pek azı aldıklarının muhteviyatı ile ilgileniyor. Önemli bir çoğunluğu ne aldığına bakmıyor bile. Parasızlıktan mutsuz olanları gayet iyi anlıyorum ve doğal karşılıyorum.
Hatta bazıları otomatiğe bağlanmış gibi daha önüne gelen ürüne hiç bakmadan “başka çeşitleriniz var mı?” diye soruyor. Donuk ve kayıtsız…
Ağzım açık kalıyor.
Getirdiğim ürüne hiç bakmadan sorulan bu sorunun arkasındaki neden beynimi yakıp kavuruyor.
Çünkü o çocuk sadece almak istiyor. Aldığının niteliği ve işlevselliği ile başkaları ilgili. Ya da hiç kimse ilgili değil…
Aldığı zaman mutlu oldu mu diye baktığımda girdiğinden daha mutsuz bir vaziyette çıkıp gidiyorlar.
Ana babalar ne yaparlarsa yapsınlar çocuklarını mutlu edemiyorlar.
Neden?
Böyle bir yaygın hastalığın pençesinde kıvranan bir topluma “yarın bayram” diyorsunuz ve o günün faziletleri ile ilgili yığınla lâflar ediyorsunuz.
Tüketim toplumu ve kapitalizm insanları insan olmaktan çıkardı. Başka bir şeye dönüştürdü. Kafası aç, midesi aç, ruhu aç ve açlıktan mutsuz bir toplum kapitalizmi besleyen en önemli öge.
Ne kadar serveti, çoluk çocuğu, sağlığı, akrabası, arkadaşı olduğuna bakmadan sadece açlık çeken bir toplumu nasıl mutlu edeceğiz ki?
Öyle bir hastalık ki, “hep bir şeylerim yok?” dedirtiyor insana.
“Almanız gerek.”
Onu da, şunu da, bunu da almalısın. Bu aldığın onda var öyleyse onu kullanma at ve onlarda olmayanı al.
Al! Al! Al!
Bir süre sonra aldığın hiçbir şey seni mutlu edemez hale geliyor.
Vermeyi ise tümden unutuyoruz.
Almanız için çok kazanmalısınız. Çok kazanmak için de öyle pek helâldi haramdı irdelemeyeceksiniz. İş bu, sen kazanırken birileri kaybedecek.
“Bize öyle öğretilmedi. Herkesin kazanabileceği bir inanç ve toplum sisteminin insanları olarak yetişmeye çalıştık” falan demeyiniz beyhude!
Yeni eğitim müfredatımıza “Değerler Eğitimi” konuları konuldu. Çok iyi. Tüketim toplumun liberal değerleri ile abondone olmuş bir toplumda bu milli ve manevi değerleri nasıl yeşerteceksek???
Bir yayınevi tarafından “Değerler Eğitimi” konusunda yapılacaklar için çağrılı idim. Orada bu “mutsuzluk hastalığına “ işaret ederek bununla boğuşacak bir değer önerdim ve adına da “şükür değeri “ dedim. Aklıma ilk ve gelen, anamdan babamdan, hocalarımdan öğrendiğim ad olduğu için öyle dedim.
Kişinin elindeki olanların değerin bilmesi ve yeterliliğine kani olması, daha çok olması için başkalarına zarar verecek durumda olunmaması anlamına gelen kapsamlı bir duruşun adı olduğu için “şükür değeri” dedim. Yoksa bir lokma bir hırkaya toplumu avutmaya çalışanların sömürü aracı olsun diye değil.
Kıyamet koptu.
Kişiye bir doyum çıtası koymanın onun yaratıcılığını nasıl engellediği ile ilgili okkalı tavsiyeler aldım. İçim acıdı.
Arabın derdi kırmızı fes… Ben ne diyorum, onlar ne diyor…
Bayram geliyor.
Kapitalizmin “daha çok tüketin” modelinin bir aracı gibi…
Yoksa tüm toplumu huzur, barış, esenlik duyguları ile kuşatan, almaktan ziyade vermeyi önceleyen, kendi kazanırken komşusunun da kazanmasını isteyen, kazandıkları ile şükreden, sağlığının, ailesinin, dostlarının ne kadar değerli olduğunu bilen insanlar yetişmesine vesile olacak bayramların hayalini boşuna mı kuruyorum acaba?
Ben gene de hayal edeyim ve bizleri insan olmaktan öteleyen bu kapitalizm zilletinden insanlığı kurtaracak çareler için daha çok yorulmalıyız diyerek herkesin bayramını hayırlayayım…