DEMOKRASİNİN YEŞEREMEDİĞİ TOPRAKLAR
Osman Nuri KOÇAK
İngiltere 1215 yılında Magna Karta sözleşmesini imza altına alırken demokrasi vahyi gelmemişti.
Hz. Muhammed, Yahudilerle Medine Sözleşmesini yaparken de bir yüce talimat gereği değildi.
İnsanın tarihi zaman zaman bu türden demokrasi adımları ile doludur. Bu denemelerin hiç biri gaybden gelen tılsımlı önermeler değildi.
Bunlar karşılıklı çıkarların orada yaşayan topluluklara getirip dayattığı zorunluluklardı. Akıllı, bilgili ve öngörülü liderlerin, ortadaki durumu iyi okumaları sonucu varılan ve bir arada, barış içinde yaşayabilmenin yol taşları olan bu anlaşmalar güçlü demokrasi gelenekleri bırakmışlardır.
Bugünkü imrendiğimiz demokrasiler, bu tarihi olayları en iyi anlayan toplumların kalıcı olarak oluşturdukları bilinç sonucunda buralara gelmişlerdir.
Yani aynı sınırlar içerisinde yaşamak zorunda olan toplumsal sınıfların ve katmanların veyahut başka renklerin taleplerini bir toplumsal gelecek projesi etrafında birleştirebilmeleri sonucunda ortaya çıkan hoşgörü ortamı, gelişmiş demokrasilerin ilham kaynağı olmuştur.
Bizim toprakların böyle geleneklere pek açık olduğu söylenemez. Yakın gelecekte açılacak gibi de görünmüyor. Ne zaman umutlansam sonucunda ciddi hayal kırıklıklarım oluyor.
Ülkemizin bütün renkleri için topyekûn bir rahatlama ve normalleşme dönemi için çaba sarfettiğini ve bunun adını da “İleri Demokrasi” diye nitelendiren bir iktidara “hadi yolun açık olsun” diyeyim ve umutlanayım diyorum.
Ama heyhat! Gene hayal kırıklığı…
Meselâ; Başbakan bazen ülkemizin sosyal renklerini sayarken hızını alamayarak ilgili tarafların dahi bilmediği kadar uzun bir liste saymaktan fena hoşlanıyor. Bu uzun liste parçalanmaya mı hizmet eder yoksa büyük bir enerji mi oluşturur kuşkuludur ama bu söylem, tek tipliliğe karşı bir çoğulculuğun mümessili olmaya talip olduğu için her demokrat aydının yüreğinde umut dalgalanmalarına yol açar.
Ancak, aynı zihniyet Aleviliği kendisi tanımlar ve öyle değil diyenlere zulmeder.
İşçi sınıfının varlığını kabul eder, örgütlenme gibi sorunlarını bildiğini ifade eder gibi görünür ancak haklı ve meşru tüm taleplerinde sağır ve dilsiz olmayı yeğleyerek, her sene (kanı kaynıyor olsa gerek) baharın ilk günlerinde onları sıra dayağından geçirmekten müthiş bir keyif alır.
Kendi çıkarları ile örtüşmeyen gazeteci- yazar- çizer ve aydınlara dünyayı dar eder.
Milliyetçiler, Aleviler, işçiler, bağımsız gazeteciler onlar için yok hükmündedir ve muhatap değildir ama denizin ortasında bir yerlerde yatan bir katil, makbul adam olarak vardır ve halis bir muhataptır.
Bunun adı da iç barış ve huzuru sağlama olur.
Dün İstanbul’ daki 1 Mayıs Kepazeliğine baktım baktım da, bu topraklarda demokrasi ve barış beklemenin ne büyük bir ütopya olduğunu söyledim kendime.
Herkes kendisinin sistemin dışına itildiğini söyleyerek iktidara geliyor ve ilk işleri kendi diktatoryal yapılarını oluşturarak başkalarını sistemin dışına itelemek oluyor. Pahası ne olursa olsun bu zulüm düzeni sürüp gidiyor.
Yavuz hırsız misali bu kötülüklerin sorumlusu olarak da muhalefet gösteriliyor. Sanıyorum bu abara dubara numara düzeninin en güzel tarafı da suçu üzerine atacak bir muhalefetin oluşu.
İcraatta sorumsuz, elinde soğuk suyun anahtarı olmayan ama her olumsuzluğun sorumlusu sayılan bir muhalefet. Ne âlâ mekirdek değil mi?
Şiddet ve zulüm milletin gözünde normal bir şey haline dönüştürülerek toplumun sinir uçları duyarsızlaştırılıyor.
İlk gençlik yıllarımın devlet anlayışından ileriye bir adım gidememişiz. İçim acıyor. Akan bunca kana, ödenen ağır bedellere karşın demokrasi yolunda ilerlemek şöyle dursun, demokrasiyi diktatörlerin değişiminin bir aracı yaparak aşındırmış ve milletin gözünde değersiz hale getirmişiz.
Herkesin bir başkasını tarif ettiği, tetipleştirici ve reddiyeci bir totaliter düzenden, herkesin kendisini tarif ettiği ve gönül birliği içinde bir arada yaşamayı seçtiği bir demokratik düzene geçemeden sanırım ben Tanrım ile buluşacağım.
Sanıyorum çocuklarım da benim kötü kaderimi paylaşacaklar gibi…
Dilan’ ların kafatasları daha uzun süre patlatılacak gibi…
Milletin başını kaldırıp “yeter be!” diyemeyeceğine göre her Türk’ ün sıkıştığında başvurduğu Allaha havalesine ben de katılmak istiyorum ve;
“Ya rabbim torunlarıma böyle bir barış ve huzur düzeni nasip et!” diyorum.