Diyorum ki;
Şimdi yaşım otuz olsa.
Yine İmam Hatiplik yapsam.
Dünya malı adına kırmızı bir Java'm olsa.
Bir Almancının alt katında kirada otursam.
Aylardan Haziran, günlerden Çarşamba olsa.
Yıllık iznimi kullanıyor olsam.
Hatun ve beş yaşındaki kızımı kaptığım gibi pikniğe götürsem.
Sabah saat on ve biz bir çam altındayız.
Ben kırgı toplayıp çay koyarken,
hatun on patates beş yumurtadan oluşan salataya başlasa.
Kabukları çöp poşetine koysak.
Taze şebite sıktığım salatama acısı bol pul biber koysam.
"Çünkü hayat acıları sayesinde tatlı" diye düşünüyorum.
Saat onbir gibi sıcak çayımı içerken kitabımı okumaya başlasam.
Sesli okuda biz'de dinleyelim dese hatunum.
Orada şöyle yazıyor olsa:
Kâinatta abes ve lüzumsuz hiç birşey yoktur.
Bazı zararlı gibi gördüğümüz canlılar özünde faydalı işler görürler.
Onlar doğada denge unsurudurlar.
Doğanın düzeni biz müdâhale etmediğimiz sürece harika işler.
Bütün mevcûdat biz insanlar içindir.
Çünkü düşünebilen tek canlı insandır.
Peki insan ne için dünyada vardır?
Tam o sırada bir koyun sürüsü gelivermiş olsa yanımıza.
Çoban arkadaşa bir sıkma yapıp bır bardak çay ikram etsek.
O'da biz'e topladığı bir tutam Çiğdemini verse.
Yeşil saçları örülmüş.
Hızlı hızlı yayılan koyun ve keçiler etrafımızı sarsa.
Acele edişleri insanoğluna süt yetiştirmek için.
Dünkü yediği herşeyi;
az sonra süt olarak sahibine sunacak.
Hem de bembeyaz keçi sütü.
Halbuki o karnını doyurmak için yayılıyor.
Otu süte çevirdiğinden haberi yok.
Otu süte çevirmekmi?
Keçi siyah,
koyun mor,
ot yeşil,
süt beyaz.
Nasıl?
Düzenek olağan üstü değilmi?
Yâni:
AKIL ALIR GİBİ DEĞİL.
Ve bu harika imalât saatler içerisinde oluyor.
İşte bu akıl üstü işe MUCİZE deniyor.
Yâni aciz bırakan.
Ve yirmi yıl tıp bilimiyle uğraşmış Dr. arkadaş keçi sütü için diyor.
Keçi ve koyunlar,
kekikleri yedikçe etrafı bayıltıcı bir kekik kokusu sarıyor.
Sahi ben bu kokuyu alıyorum fakat görmüyorum.
Neden Aceba?
Az önceki pul biberdeki acıyı da göremedim.
Fakat o'da vardı.
Yediklerimiz için çok lezzetliydi diyoruz ve biz o lezzetide göremiyoruz.
Hakikaten az önceki yumurta neydi öyle.
Beyazı, sarısı, ayrı ayrı ne güzeldi.
Pişmeden öncede sıvı haldeykende ayrı durur gibi bu yumurtanın beyazı sarısı.
Ya dışındaki kabuk dediğimiz ambalaj.
Halbuki bu yumurta dün bu zaman çuvalda arpaydı.
O arpayı saatler içerisinde yumurtaya dönüştüren tavuk kardeş, akıl almaz bir iş yaptığının farkında değil.
Doktor arkadaş köy yumurtası yiyin diye tutturuyor yine.
Yâni insanın müdahale etmediği ne varsa onu tüketin diyor aslında.
Yediğimiz yumurta, içtiğimiz süt:
Vücudumuzda saç olacak,
kemik olacak, tırnak olacak,
kan olacak, can olacak.
Peki bunlar nasıl olacak?
Kendi kendinemi olacak?
Gözümüze fer, alnımıza ter olacak.
Tam bu sırada annesinin yanında yayılan kara oğlak:
Hemen ters dönüp, ön dizlerini kırıp annesini emmeye başlamazmı.
O minik kuyruğunu sallaya sallaya.
Allah'ım bu ne güzellik böyle.
Oğlak dedimde aklıma geldi, bu daha bir aylık.
Keçi dediğimiz süt fabrikası aynı zamanda bir veyâ iki fabrika üretiyor yılda.
Onlara doğduğunda oğlak diyoruz.
Sırtındaki kıldan giysi,
Dışkısından gübre,
Boynuzundan bıçak sapı,
Ve bütün vücudundan et olarak faydalandığımız keçi kardeş:
Sizi seyre doyum olmuyor.
Yahu ben keçileri kaçırıyormuyum yoksa.
Derken başımı öne eğince gördüm ki bir grup karınca sağa sola birşeyler taşıyorlar.
Hatuna seslendim:
Öğle oluyor namaz vakti.
Ufff ufff ufff ufff ufff.
Arazide namaz.
Tadına doyum olmaz.
Huzuruna bizi kabul buyuran yüce Rabbim.
Affedicisin,
affetmeyi seversin,
Bizleri de affeyle......
Kalın sağlıcakla.