‘Kemaaaal’, Diye bağırmış, mahallenin büyüğü.
Hemen sesin geldiği yöne, baktım diyor.
Gel buraya demiş.
Hemen vardım
-Buyur bey amca dedim.
-Nereden geliyorsun?
-Çarşıdan geliyorum efendim.
-Sen evli değil misin?
-Evliyim efendim.
-O zaman niye bu saate kaldın.
Arkadaşlarla, falan diyecek oldum.
-Arkadaşlar eskidendi.
-Evli Bucaklı adam bu saate kalır mı?
-Kalmaz efendim.
-Şimdi önce ev.
-Tamam, efendim bir daha olmaz.
-Olursa zaten sen düşün.
-Baş üstüne efendim.
-Bir emriniz var mı?
-Yok, hadi doğru eve.
-Hayırlı akşamlar efendim.
-Sana da.
Hoca işte böyle.
Bu olay güneş batarken oldu.
Akşam ezanı okundu okunacak.
Bu adamı biz mahallenin büyüğü olarak tanıdık.
Babam tembih ederdi.
Ona saygısızlık yok derdi.
Bir sorun ihtiyaç olduğunda ona söylenirdi.
Mutlaka ilgilenir çözerdi.
Herkes güvenir, saygı duyardı.
İtiraz zaten edemezdik.
Ama o adamın varlığı bizim mahalle için bir nimetti hoca.
Hem sayar hem severdik.
Biz böyle gördük.
Diye anlatmıştı, rahmetli kemal amca, yukarıdaki anısını.
Bekçibaşılıktan emekliydi.
Camiye on beş metreydi evi.
O bahsettiği şahıslara şimdi kanaat önderi,
Mahallenin kelek keseni.
Mahallenin büyüğü.
Sözü geçeni vs. vs. deniyor.
Buyurun işte size sözleşme.
Adına ne sözleşmesi derseniz deyin.
Yazılı mazılı değil.
Ama yüzde yüz geçerli.
İtiraz gayri kabil.
Her zaman ve mekân da yürürlükte.
Nasıl?
Al sana Anadolu sözleşmesi.
Ancak bir sorun var gibi.
Biz önce kendi çocuklarımıza nasıl söz geçireceğiz.
Şöyle bitirelim.
Alatalı bir arkadaş:
Bizim kız bana Hacılık, farz oldu biliyorum, para kadar bir eksiğim var demiş.
Bizim de bir eksiğimiz var.
Sizler onu benden çok çok iyi biliyorsunuz.
Sağlıcakla kalın.