ALIŞKANLIK TUZAĞI
Mahmut TOPTAŞ
İstanbul’dan kendi köyüne göçüp gitmeye karar veren adama sordular, neden gidiyorsun?
Adam “Hanımın gözleri kapanmaya başladı. Doktorlar, tedavisinin şimdilik mümkin olmadığını söylediler. Zayıf da olsa görebiliyor. Üç aya kadar kapanacakmış. Köyümüzde tek katlı kapısı bahçeye açılan, merdivensiz bir ev aldım. Gözü görürken evin odalarını, bahçeyi, mutfağı, dolapları, çeşmeyi her yeri görsün ki gözü kapanınca benim olmadığım zamanlarda el yordamıyla işini görebilsin diye gidiyorum” dedi ve gitti.
Adam üzerinde ben epeyce kafa yordum. Bunu kendisi mi düşündü yoksa biri akıl mı verdi diye.
Sonra baktım ki biz, hepimiz, adamın son zamanlarında yaptığını çocukluktan beri yapıyoruz.
Adına “Alışkanlık” dediğimiz tuzağa aslında hepimiz tutulmuşuz.
İstanbul’a bir gelmiş, bir daha memleketine gitmemiş birini bilirim ben. Altmış yılı Sultanahmet’te geçmiş ama Sultanahmet camiinde namaz kılmamış.
Gün batarken nerdeyse caminin minaresinin gölgesi onun dükkanının üstüne düşecek kadar da yakın.
Namaz kılmayan biri de değildi.
Eviyle dükkanın arası iki yüz metreydi. Namazlarını Yerebatan camiinde kılardı.
İstanbul’da tanıdığı yerler, ev, dükkan, Yerebatan camisi, evin odaları banyo ve tuvalet.
Neden Sultanahmet camiine gitmedin? Dediğimde “Ne bileyin hocam, ayağım buraya alışmış, aklıma bile gelmedi”
Aslında bir çoğumuz böyle bir hayat yaşarız biz.
Elli yıl önce köyün ağası olan ailelerin çocukları, şimdi ağa babalarının işçisi olanların çocuklarının yanında çalışmaya başladılar.
Şehrin tanınmış zengin ailelerinin çocukları, şehre ekmek parası kazanmak için gelen, çalışıp çabalayan ve dev fabrikalar kuran o çalışkan ve evinden, köyünden çıkmaktan korkmayan insanın yanında o eski zenginlerin çocukları işçi olarak çalışmaya başladılar.
Hani atalarımız, “Harekette bereket var” derler ya işte o berekettir bu meydana gelen.
Duran su kokar, akan su hem temizlenir hem temizler.
Buluşlar, icatlar, keşifler yapanların, kalıcı eserler yazanların çoğunluğu seyahat eden, yeni yerler ve insanlar görenler tarafından meydana getirilmiştir.
Avrupa’ya konuşmaya gittiğimde işyerini de ziyaret ettiğim, işçi iken işveren olan bir işadamımız, “Hocam bu üç bin nüfuslu şehrin en zengini şu anda benim.
Uluslararası birkaç şirket var burada, onları kastetmiyorum. Onların dışında bu şehir halkının en zenginiyim” demişti.
Hadi onu siz tanımıyorsunuz ama bundan birkaç yıl önce “Avrupa’da yılın işadamı” seçilmişti Konya’nın Beyşehir ilçesinden Almanya’ya giden bir işçimiz.
Yıllar önce oğlu Van’a asker olarak giden anne askerden yeni gelen köy delikanlısına Van’ın nerede olduğunu sorar. O da köyün karşısında uzaktan görülen yüce dağın tepesini gösterir ve “İşte onun arkasında” der.
Ana “Yavrıııım hele mektubun iki ayda gelir” der.
Onun aklının, fikrinin, hayalinin sınırı, ardına gidemediği dağların görünen yüzüyle çevrili olduğu gibi bizim de akıl, fikir ve hayalimizin sınırlarını ailemiz, köyümüz, köyün akıldaneleri, şehrin ileri gelenleri, öğretmenlerimiz, ülkemizin siyasileri….sınır çizmiş ve biz o sınırların dışına çıkamıyoruz.
Örnek nesil kabul ettiğimiz, Sevgili peygamberimizin eğitiminden geçen Ashabı kiramın, bin dört yüz yıl önce yaya, atla, deveyle vardığı ve İslam’ı tebliğ ettiği yerleri biz, cep telefonumuz, bilgisayarımızdaki haritalardan bakarak kilometresini de öğrenerek “Çok da uzakmış” diyoruz.
Çoğunluğumuz böyle, ama sayıları az fakat İslami hizmetleri çok olan çok değerli insanlarımızın da dünyanın her tarafında var olduğunu biliyorum.
Milattan binlerce yıl önce Urfa’dan Mısır’a, oradan Mekke’ye kadar varan İbrahim aleyhisselamı severiz, sayarız, namazımızın son oturuşunda onun için de dua ederiz ama şehrimizin belediye sınırları dışına çıkmamak için her türlü bahaneyi anında buluveririz.
Köyünüzden şehre geldiniz. Yer değiştirmeniz size iyi geldi. Ama buraya alıştınız. Alışmanız size tuzak oldu.
Tuzaklara tutulmayın.