O DERSİ ALALI 32 YIL OLDU
Yunus TURAN
1984 yazı...
Meslek Lisesini başarıyla bitirmiş, tüm eşyaları toplayıp Ankara ile ilişiği kesmiştim ve Karaman'a dönmüştüm artık... Yaşım tam 18...
Bir işte çalışmam gerekiyordu. Muammer Duman'ın, Emekseven Köprüsü'nün arka tarafındaki inşaatında temel kazmaya başladım. O zamanlar öyle büyük iş makineleri filan yok... Kol gücüyle, kazma ile kazıyorsun. Bir de taşa rasladık ki sormayın... Koca koca ve düzgün taşlar çıkıyor. 1 metre eninde Kazması zor, çıkarması ölüm... Sonradan öğrendik ki meğerse kale duvarıymış.
İç içe inşa edilmiş üç kale varmış Karaman'da eskiden; İç Kale, Orta Kale ve Dış Kale. Savaş zamanlarında yaşlılar, çocuklar ve kadınlar iç kaleye çekilirmiş. Ezaklar da iç kalede olurmuş. Zamanla orta kale ve dış kale yıkılmış, sadece bu günkü iç kale kalmış.
Rastladığımız duvar orta kalenin mi, yoksa dış kalenin surlarımıydı bilmiyorum ama çok yorulduğumuzu biliyorum.
Çalışırken bir haber geldi; "Konya'nın Ereğli ilçesine atandınız" Abim vermişti haberi...
Var ya... O gün akşama kadar çalışmaya devam ettim. Belli etmiyordum belki ama çok, çok sevinçliydim. Artık maddi sıkıntılar azalacaktı. Külfetin nimetini görme zamanı gelmişti demek ki..
Sonra Ereğli'de Çevre Sağlığı Teknisyeni olarak ilk göreve başlayışım... İlk memurluk hayatımın başlangıcı... Ereğli'de tek "Çevreci" benim. Karaman'da da Hüseyin abim... Hüseyin Güneş... Sağolsun...
Ereğli'ye trenle gidip geliyordum hafta sonları... Anam kanser hastası, onu görüyor, aynı zamanda ona kendimi gösterip dönüyordum. Anamın dualarının kabul olduğunu, gözlerinin arkada kalmaması için, ailenin en küçüğü oğlunun kravatlı halini gösteriyordum aslında...
Ereğli'de iş yerlerine ruhsat veriyorum, denetliyorum, tüm gıdalardan örnekler alıp tahlil ettiriyorum, kurallara, kanunlara riayet etmeyenlere ceza yazıyorum... İnşattan memurluğa geçen, zoluğu ve yokluğu bilen, yaşayan insanın o gayreti, azmi va çalışma isteği ile hırsı ile ve bir idealist olarak öyle çalışıyorum ki... Müthiş...
Bütün esnaflar beni tanıyorlar ve Ereğli'nin o ana caddesinde yürürken saygı gösterisinden yedi büklüm oluyorlar... Bu daha da müthiş.. Dün insanların ben yeşil nohut, balıklı şeker, simit sattığımda, pazarda sarımsak ve süpürge, ıncık boncuk sattığımda beni hiç önemsemezlerken, yeni hayatımda ve işimde normalin üstünde saygı gösterisinde bulunduklarını görüyordum. Rahatsız da olmuyor değildim...
Ama aldığım eğitim, aile terbiyesi ve dini eğitimim gereği hiç bir esnafın çayını dahi içmedim. Hiç bir surette ve asla kimseyi kayırmadım, kin gütmedim, Haktan ve adaletten hiç ayrılmadım.. Bunu buradan başım dik ve alnım açık şekilde, gururla söylüyorum...Hiç kimse de aksini söyleyemez... Çok şükür...
Neyse...
İk yıl kadar sonra anamın hastalığı iyice artmıştı. Konya Sağlık Müdürüne gittim ve anamın durumunu anlatınca Sağlık Müdürü Ekrem Yıldırım; "Bu çocuğu Karaman'a, kendi memleketine verin.." deyince Karaman'a atamamı hemen yaptılar. Zaten geldiğimin haftası anam Hakkın Rahmetine kavuştu. Yalnız o bir hafta, kravatlı görünce beni, "Allah'ım bana bu günleri gösterdin, şükürler olsun sana..." diye kaç kere dua ettiğini hatırlıyorum. Halbuki o yaşasaydı... O hiç çamaşır makinesi, buzdolabı dahi olmayan anama ne günler gösterecektim...
Karaman'da tek Sağlık Ocağı vardı. Geçenlerde Hakkın rahmetine kavuşan Dr.İsmet Orduoğlu doktorumuzdu. AÇS ile aynı binadaydı o yıllar. Rahmetli Dr.Hasan Demirörs de AÇS'nin doktoru idi. Hiç kötülüğünü görmedim onların. Onlarla da özel hatıralarımız oldu. Allah rahmet eylesin. Ve... Okulu ilk kazandığımızda babamla birlikte sağlık ocağına gelip, babamın; "Oğlumu bu okula göndereyim mi, göndermeyeyim mi?" Diye sorduğu Faik Özel ile Ali Yoldaş abilerimle yıllar sonra birlikte çalışmak nasip olmuştu.
Anamın rahmete kavuşmasının ardından, çok değil bir kaç ay sonra Ereğli'deki arkadaşlarımı ziyarete gittim.
Çok ilginçtir, Ereğli'de bana abartılı gelen, o saygı gösterisinde bulunanların hiç biri beni tanımıyordu. Bu kadar sevilen, saygı duyulan biri, bu kadar kısa zamanda unutulabilirmiydi? Bunun nedeni neydi?
O gün, ömrüm boyunca unutmamam gereken, hayatımın dersini aldım.
Ben şimdi makam için sahte yakınlık gösterenleri hemen bilirim.
"Makamına yada bulunduğun konumuna gösterilen saygı önemli değildir. Saygı, kişiliğine karşı gösterilirse bir anlam ifade eder. Gerçek saygı kişinin şahsına gösterilen saygıdır"
"Hiç bir mesleğin, diğerine göre daha iyisi, daha onurlusu, önemlisi... yoktur. Temiz olanı olmayanı vardır. Ama her meslek, her yapılan iş, saygındır, değerlidir..."
Ve bu ders bu güne kadar geldi...
Müdürlük görevimden alınalı 5 sene oldu...
Allah'a şükürler olsun...
Dostlarımın, sevenlerimin dostluk ve samimiyetleri için...
Teşekkür ederim, göstermelik makam sevgileri olmadığı için...
________________________
"Şerefini makamdan alan insanlar, makamlarını kaybettiklerinde şereflerini de kaybederler"
Bir göreve veya makama gelebilmek için yırtınan, siyasetçilerin önünde el avuç ovuşturan, eğilen, kişiliğinden taviz veren insanları gördükçe kızıyorum ve üzülüyorum...
Makam insara bir şey katmaz. Özelliği olanların makam sahibi olmaları gerekse de, makam sahibi olmak bir meziyet değildir...
Öğrenecekler...