- Güneş bize hiç açmadı-
Eski Türk filmlerinde iyi-kötü, zengin-fakir konusu işlenirdi. Biz seyrederken kendimizi hiç kötü ve zengin tarafında hissetmedik, kötüye de zengine de özenmedik.
Bizi burjuva gören, proletarya-fakirlik-köylülük edebiyatı yapanların hepsi patrondu, zengindi. Kendilerini komünist sayıp bize de kendilerince faşistliği yakıştırdılar.
Rus Orak-çekicini, Çin Kızıl-yıldızını çizdiler duvarlara, bize de emperyalist, Amerikan uşaklığını yakıştırdılar.
Hâlbuki biz hiçbiri değildik. "Vatan-millet" sevdalıları emperyalistlerin uşaklığını kabul eder mi! Çimen ekmekle karın doyuran, okula hangi kardeşin gideceğini bile havaya para atarak, yazı tura ile belirleyenlerin ne zengini olur, ne burjuvası! Hala da zenginimiz yok.
Bir grup vardı ki fırsatçılar... Zamanı kollayan, seninle aynı inançtan olduğunu söyleyip aynı dinin mensupları olduğunu söylemelerine rağmen "din, cemaat, tarikat diyerek" "inançlarımız uğruna" bizimle birlikte ölmeye yanaşmayan, sen ölürken seyredenler, inançlarında samimiyetsizler... Zaten biz bunlarla hiç birlik olmadık, bunlara hiç güvenmedik...
İşte kişisel çıkarları için gâvura uşaklığı, emperyalizme-mandaya boyun eğmeyi meziyet sayanlar onlardı. Hepsi Atatürk, Türklük, Cumhuriyet düşmanlarıydı. O yüzden biz hiç güvenmedik bunlara, asla güvenmedik. Dışı yeşil içi kırmızı karpuzlar. Papaz elbisesi giyenler. Ne inançlarında ne söylediklerinde samimi değillerdi. Her an seni satabilirler, düşmanla her zaman birlik olabilirlerdi. Zihniyetleri buydu çünkü.
Hedefe ulaşmak için her şey meşru idi sanki. Onlara göre Allah'ın emri idi... Yolsuzlukları "vergi yerine geçer" diyenler, liderleri ilahlaştıranlar... Ve zaman geçti kendi ellerimizle biz bunlara o fırsatı verdik, hedeflerine ulaştırdık. Ve o zengin ve kötüler bitleri kanlanınca kendilerini dindar-mütedeyyin, "eşref-i mahlûkat" yerine koydular da, bize köpekçi, mafya bozuntuları, kafatasçı, kovboy, ırkçı, it kopuk, kurda kuşa tapanlar, kandan beslenenler, Fatiha okumasını bilmez dediler. Allahtan korkmadılar, yıllar geçti özür de dilemediler.
Millet ayrıştıkça ayrıştı, kinleşti birbirine...
Her yer filmlerin o kötü adamlarıyla doldu...
* * *
Bizler siyasetçi değildik ki... Hiç iktidar olmayı, kadrolaşıp makam sahibi olmayı bir hedef seçmedik kendimize... Çünkü bizim sevdamız büyüktü, ulaşması zor hayallerimiz vardı bizim... Uğruna ölünesi ülkülerimiz vardı bizim.
Hep çoluk çocuğuyla birlikte eziyet çeken, işkence gören, onlar için ölen ve fakat hep zulme katlananlardan olduk.
Güneş hiç bize açmadı, rüzgâr hiç bize esmedi.
Lakin Türklüğü ayaklar altına alıp yerle bir ettiler, ne inanç, ne kültür, ne Türklüğün değerleri kaldı... Hepsi eridi gitti gözümüzün önünde.
Bir de üstüne "bizim sandıklarımız", uğruna ömür tükettiğimiz büyüklerimiz; "bekle, sadakat, itaat" kandırmacasıyla bunlarla birlik olup tekmelediler ya hayallerimizi, gururumuzu... Çiğnediler, sildiler ya hepsini...
Büyüklerimiz dedik, bildikleri bir şeyler vardır dedik hiç elimizi kaldırmadık lakin 12 Eylül'ün işkencecileri gibi vurdukça vurdular sopayı, vurdukça vurdular... Kafanı gözünü yardılar hiç merhamet etmediler. Yıllar sonra anladık ki meğer onlar senden hiç olmamışlar!
* * *
Hiç biri bugün yaşadığımız onursuzluk kadar içimizi acıtmadı!
Paranız, pulunuz, makamınız, siyasetinizi alın başınıza çalın!
Ben eski Türk filmlerinde yaşıyorum zamanı... Fakir ama mağrur ve onurlu...
Ülkülerimle ve hayallerimle, hep özlemle...
Bir ümitle, belki diyerek...