Saba makamından sabah ezanları okunuyor dışarıdan. Biri bitiyor, diğeri başlıyor...
“Essalâtu hayrun minen nevm, Essalâtu hayrun minen nevm”
“Namaz uykudan hayırlıdır.”
Uykulu gözlerle kalktın, şöyle bir gerindin... Gerinmenin verdiği rahatlığı ve mutluluğunu yaşadın.
Pencereyi açıp derin bir nefes çektikten sonra, “Çok şükür Allah'ım!” dedin...
Abdest aldın, elini yüzünü yıkadın, seccadeni serip namazını kıldın ve sonrasında Yüce Yaradan'a dua ettin, şükrettin. Namazın kendisi şükürdür zaten.
Daha vakit erken... Kahvaltıyı hazırlayayım bari dedin ve arıtılmış sudan çaydanlığa suyu doldurup ocağa koydun. Bu arada bir iki haber dinleyelim dedin ve televizyonu açtın...
Sabah tıraş keyfi de ayrı bir güzel. Yani iyi görünmek lazım...
Çayın buharı ve çay kokusu sardı mutfağı... Çocuklarınla birlikte kahvaltını yaptın... Bir kuş sütü eksik desen yanlış olmaz. Yumurta, peynir, zeytin, kızarmış ekmek, üstüne tereyağı, bal... Hepsinden daha önemlisi çocuklarınla birliktesin, ne güzel!
"Şükürler olsun!" dedin...
Dolapta askılarda dizili elbiselerinin içinden birini seçtin, giyindin, hazırlanıp evden çıktın ve asansörü çağırdın, bekledin, asansörde karı koca bir çift ve küçük bir de çocukları var, işe gidiyorlar. Güler yüzlü, mutlu... Selamlaştın, ayaküstü bir dakikalık sohbet, çocuğu sevdin, konuşturmaya çalıştın...
Arabanın kilidini açtın uzaktan kumanda ile... Baktın ki telefonu unutmuşun. Asansöre bindin geri döndün eve, telefonunu alıp indin aşağı ve arabada TRT FM'i açtın.
Duraklarda otobüs, dolmuş bekleyen insanlar var...
"Arabam var çok şükür. Allah'ım olmayana da ver!" dedin...
Yolda, sokakta, refüjlerde Belediye çalışanları çalışıyorlar. Geceden çöpleri kaldırmışlar. Kırmızı ışık yandı durdun, yeşil yanınca geçtin.
Hastane binasının önünden geçiyorsun... Acı acı ambulansın sirenini duyuluyor uzaktan... Herkesin bir derdi var, acısı var... "Allah'ım dertliye deva, hastaya şifa ver, acısını dindir!" diye dua ediyorsun.
Derken bir kasisten geçip zıplıyorsun. Süratin de fazla değil... "Geri kalmış ülkelere koyarlar bunu..." diye söyleniyorsun.
Sonra bilboardlar gözüne çarpıyor. Dev ekranlarda, elektronik olanları da var. Kırmızı-beyaz, ay ve yıldız Türk bayrakları dalgalanıyor her yerde... "Yüce Tanrım ne güzel, ne mükemmel bir ülkedeyim!" diyorsun.
Bisikletli kavşakta arabalar sıralanmış, kuyruk var. Kimileri sinyal bile göstermeden dönüyor, kurallara uymuyor. "Köyden mi geldin be herif!" diyerek kızıyorsun kendi kendine... Bunları sık sık görmek seni deli ediyor.
Adliye göbeğine yaklaştın. "Şu adliyenin önüne trafik ışıklarını koymasalardı trafik rahatlayacaktı..." diye söylendin kendi kendine. Ama trafiği düzenleyen kuralların var. Ya olmasaydı ne olurdu? Adaleti öyle ya da böyle dağıtan bir kurumum var benim diye düşünüyorsun...
Emniyet Müdürlüğünün kapattığı yoldan işyerine giriyorsun; "Şu yolu da kapattılar, kendilerine park yeri açmak için yol mu kapatılır!" dedin, içten içe hayıflandın. Ama bir polis teşkilatın var, seni koruyan, gözeten, canını ve malını emanet ettiğin, gece güvenle uyumanı sağlayan bir emniyet teşkilatın var diye sevindin, "Hamdolsun!" dedin... "Allah askerime polisime güç, kuvvet versin!" diye dua ediyorsun.
Mezarlığı görüyorsun Sağlık Müdürlüğünün yanında... "Üç günlük dünyada fırıldak olmanın anlamı ne, hepimizin sonu burası!" diye düşünüp işyerine giriyorsun. Arkadaşlarla hoşbeş edip giriyorsun odana... Selam veriyorsun Ali 'ye...
Bir Fatiha ruhuna...
15 dakikada yaşıyorsun bütün bunları...
* * *
Böyle olmayabilirdi...
Manda altında, ülken esir alınmış, işgal altında, her yerde gavur askerleri geziyor olabilirdi. Ne bayrağın ne askerin, polisin, ne kurumun, kuralların... Hiç biri olmayabilirdi.
Böyle yaşasaydın, evin bombadan yıkılmış, sokakta, dışarıda bir köşede çocuklarına kalkan olup, üzerine yağan mermilerden korunmaya çalışıyor olabilirdin... Silah, bomba sesleri arasında korku ile uyanıp çocuklarının nefes almasına şükrediyor olacaktın.
Bir canını, yakınını kaybetmiş bile olabilirdin... Onun acısını bile yaşayamayacaktın belki de!
Ne uyanması...! Uyuyamayacaktın ki...
Ne ibadeti...! Nasıl, nerede? Bir seccadenin üzerinde mi, toprakta, taşın üzerinde mi! "Esir iken mümkün müdür ibadet!"
Tıraş olmak, kahvaltı yapmak, haber dinlemek, arıtma suyundan çay içmek, yüzünü yıkamak aklından bile geçmeyecekti, açlığını bile hissetmeyecektin.
Elbiselerinin arasından bir elbise seçmek ve giyinmek ne kadar bağımsız ve hür!
Telefonunu unutup geri dönüp almak bile ne kadar özgürce!
Arabanla gidebilecek miydin? Gitsen de ölen dostlarının, gavur askerlerinin arasından geçerken radyoda müzik mi dinleyecektin?
Enkaz altında yıkılan binaların yollarını temizleyen Belediye görevlileri olur muydu?
Ne çöpü, çöp ne! Bu kadar yığıntı arasında, cesetlerin arasında çöpü temizleyen görevlilerin olması ne kadar anlamsız!
Ne trafiği, ne trafik ışıkları, neyin, kimin kuralları!
Adliye de yıkılmış, adalet de yok... Emniyet binası da yıkılmış, polis de yok, asker de yok, bekçi de...
Olsunlar da bütün yollar, park yerleri onların olsun! Varsın göbekte kuyruk olsun, yolda kasis olsun, çukur olsun!
Kime ne hayıflanması, kızması, sitem etmesi!
* * *
Ne Mutlu Bir Türküm!
Soyum belli, atam belli, izim belli, yolum belli...
Tarihim, şanım, şerefim...
Damarlarımda dolaşan asil kanım var!
Özgürüm ben, bağımsızım!
Genim esareti kabul etmiyor, öyle doğmuşum, Tanrı Türk'ü böyle yaratmış!
Türkün toprağına, suyuna merhameti, vicdanı, insanlığı koymuş, "kızdığı milletlerin üzerine gönderdiği ordusunu Türk'ten" yapmış.
Eksikleriyle, yanlışlarıyla, kötü yönetimiyle, iyisiyle, kötüsüyle, şöyle ya da böyle kanun ve kuralların olduğu cennet bir ülkede, Türkiye'de yaşıyorum...
Başka ülkelerin himayesi veya koruması altında olmaktan kurtararak özgür ve tam bağımsız yaşamayı hediye eden, Türk milletini zilletten kurtarıp yokluktan bugünlere getiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e sonsuz teşekkürlerimizle...
Özgürce aldığımız her nefes, Çanakkale Gazisi dedem Çolak Mustafa'ya, İstiklal Harbi Gazisi Gaffar dedemin ruhuna, onların komutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ve tüm silah arkadaşlarının ruhlarına Fatiha olarak gitsin!