Çocukluğumuzda anlatılan masallardaki devlerle, canavarlarla, yedi başlı ejderha ile savaşan kahramanlarla, gak deyince ekmek, guk deyince su verdiğin Anka kuşuyla, lambadan çıkan cinlerle büyüdük...
Bunlar hoşumuza giderdi, yine de hoşumuza gidiyor...
O Yedi Cücelerin neşelisi Karaman'ın Tayyar abisi ile neşelendik, Jules Verne'nin balonuyla uçtuk, 80 günde dünyayı gezme hayalleri kurduk, Ömer Seyfettin'in İncili Kaftan'ın da şahsiyet bulduk, tavır oluşturduk, Kemalettin Tuğcu'nun kitaplarında merhameti içselleştirdik içimize...
Türk merhamettir, Türk insanı duygusaldır ama Türk insanı kandırılmaya en müsait yapıdadır...
Hayallerimi süsleyen masalları yaşamış gibi olurdum hep çocukluğumda...
* * *
Kıbrıs Savaşı yapılıyordu. 8 yaşındaymışım.
Dediler ki; Kıbrıs Savaşında Halil Efendi Camisinin bitişiğindeki türbenin içinde, sandukanın önünde bulunan, birbirine çatılmış vaziyette duran kılıçlardan kan damlamış... Burada yatan mübarek zat Kıbrıs Savaşı'na gitmiş, orada çarpışan evliyalardan biri de bu evliya imiş...
Çocukluk hali, gittim türbenin demir pencerelerinden içerdeki kılıçlara baktım, kan filan damlamıyordu... Ama damlasa ne müthiş olurdu? Ben hep o kılıçlardan kan damladığına inandım yıllarca... Halen de emin değilim çünkü buna müsait bir yapımız var millet olarak...
Karaman'ın Demirgömlek türbesinde demirden bir zırh vardı. Çocuğu olmayanların, geç yürüyen, geç konuşan çocukların anne ve babaları buradaki zırhı giydikten sonra dileklerinin olduğuna inanırlardı. Kadınlar bu zırha çocuklarını götürür giydirirler, dua okurlardı. Ne okurlardı bilmem...
Efsunlu bilinen zırhın sahibi aslında Karamanoğulları Devletinin son emiri Eminüddin Bey'in zırhıymış, yıllar sonra öğrendik. Ama efsunlu bir zırh olsa ne müthiş olurdu?
Bir hasta, eli sihirli biri tarafından kıyılırdı. Kıyılma dediğim; elinin sihirli olduğuna kendisi de inanan kişi, eline aldığı bir bıçak ile yatan kişinin vücudunun değişik yerlerine dokundurur, bunun da şifa verdiğine inanılırdı. O sihirli el, başkasından el alarak gelmiş eldi...
Büyücü hocalar, muska yazanlar vardı. Cinci hocalara halen inanıyor insanlar.
Kurşun dökülürdü mesela... Hani zararlı bir şey de değil ama ezelden beri gelen bir inanıştı... Kamile abla vardı bizim mahallede o fasulyeden fala bakardı. Üç beş kuruş verirdi anacığım.
Şimdi onlar kalmadı...
Televizyon çıktıktan sonra bu inanış evrildi. Seyrettiğimiz her şeye inanır olduk. Bir imam efendi, bizim Durmuş Ali Şen'in emlak dükkânında bana demişti ki; “Sen o televizyonda çıkan o koca koca adamlara inanmıyor musun?” Bakmış kalmıştım. Yani orada söylenen her şey doğrudur diyordu. Adamlar da koca koca adamlar.
Şimdilerde mübarek liderler var. Sihirli ve her şeyi bilen lider elbette ne derse doğrudur diye düşünecekler...
12 Eylül öncesinde de solculara “Allah Allah” diyerek taş atarken, üzerimize gelen yağmur gibi taşlardan bizi Allah'ın koruduğunu düşünürdüm vallahi...
He-Man çizgi filmindeki sihirli kılıç, 40 yıldır bir türlü yayından kaldırılmayan, oyuncuları ihtiyarlamış, ölmüş, çocukların zihinlerine babayı köpek olarak kazıyan, algı oluşturan "Sihirli Annem" dizisi hep sihre inanan, kolayca kandırılan Türk milletinin genlerine yönelik özel hazırlanmış programlar...
Hep bir olağanüstülük bekledik, hep bir sihirli el...
Atatürk'ü kutsallaştırmaya girişenler oldu; Hâlbuki “Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyordu o büyük kahraman.
Ondaki olağanüstülük okumaktı, çalışmaktı, inanmaktı...
Gençliğe hitabesinde bugünü açıklıyorsa bu onun kerametinden değil, büyük ön görüsünden!
Hani satranç oynarsınız, rakibinizden bir hamle sonrasını görürseniz kazanırsınız... Öyle...
* * *
Bugün de olağanüstü şeylere inanıyor Türk milleti...
Hiç bir Müslüman ülkede olmayan tarikat şeyhlerinin kerametlerine, uçan, aynı anda birçok yerde görünebilen zatlara, savaşları kazanan başları sarıklı beyaz ata binmiş evliyalara, uzun beyaz sakallı, olağanüstü işler yapan piri fanilere...
Yedikçe bitmeyen çorba ne müthiş, ne kadar olağanüstü bir şey!
Hani Yenikapı'daki 'Fetih Şöleni'nde, binlerce kişinin önünde, mikrofonu eline alan sarıklı bir hoca mübarek beldede ders yaparken rüyasında Davutoğlu'nu gördüğünü, giydiği elbisesinin cebinin üzerinde bir tarafta birim kodu, bir tarafta da Davutoğlu yazdığını söylüyordu... Davutoğlu için "Başbakanlık Resulullah tarafından verildi." demişti de binlerce kişi gözyaşları ile alkışlamıştı...
“Ne diyon sen lan!” diyen olmadı, rüyası da doğru çıkmadı...
O mürşitlerin depremi durdurmaları, yönlendirmeleri, Allah ile pazarlıkları...
Siyasiler, din simsarları, tarikat ve cemaatler için Türk insanı hazine!
Dolandırıcılar için de bulunmaz bir nimet!
Çünkü Türk milleti okumuyor, sorgulamıyor, araştırmıyor, sihirli şeylere inanıyor...