İKİ İYİ İNSAN
Yunus TURAN
1995 yılı Urfa-Ceylanpırar ilçesi Boğalı Köyü ilkokulunda asker öğretmenim. Kürtçe adıyla Herma Köyü...
Köyün tarihinde köyde bir tane bile boğa olmamış, hatta boğa geçmemiştir bile belki... Ama sivrinin biri bu köyün adı bu olsun demiş, olmuş.
Ceylanpınar-Viranşehir ve Kızıltepe üçgeninde tam ortasında... Köyün tamamı da Kızıltepeli... Arap, Süryani yok, hepsi devletine bağlı Kürt.
Şimdilerde tümüyle unutulan misafirperverliğin en güzeliyle sunulduğu, samimiyeti sonuna kadar yaşadığınız insanlar...
PKK o yıllarda memurları ve özellikle öğretmenleri hedef alıyordu...
Ben de "Asker öğretmen" olmak istemiştim... Narlıdere'nin bomba tatbikat alanında Yüzbaşı çağırdı;
- Oğlum korkmuyor musun?
- Neden komutanım!
- Öğretmenler öldürülüyor, korkmuyor musun öğretmen asker olmaktan?
- Yok komutanım....
- Aferin oğlum... Hadi bakalım...
Benim derdim korku filan değildi ki... Askerde asiydim... Yüzbaşı iyiydi de, üsteğmeni bir türlü sevememiştim. Sürekli ceza almaktan çamurun içinde yüz üstü sürünmekten kurtulamıyordum... Sevmediğim birinin emrini asla yerine getirmem... Kurtulmaktı benimkisi... Korku ne? Niye? Neden?... Bunları sonra öğrenecektim....
Hatta sonra bir de söylendim Yüzbaşı'ya... Aynı yaştayız bana “Oğlum” diyor, “Aferin” çekiyor diye...
Er öğretmenlik hayatım ve köydeki günlerim, yaşadıklarım... Dostluklarım, mücadelelerim, teröristler, korkularım... Kitaplar almaz...
Benden önce okulda Zeki Hoca varmış. Teröristler öldürmüşler. Aslında Zeki hoca da Mardin-Kızıltepe'li... Onun öldürülmesi de çok acı ve ayrı bir hikayedir.
Köyde yalnızsınız... Hele ki köylüler sizi çok sevmese hiç çekilmez...
Beş sınıf bir arada okutuyorsunuz. Sıraları sınıflara göre ayırmak zorundasınız. 1.Sınıfları bir yerde... 2-3.Sınıflar bir yerde, 4 ve 5. Sınıfları birlikte ama hepsini aynı sınıfta oturtup birlikte ders işliyorsunuz...
1. sınıfa başlayanlar hiç Türkçe bilmiyor. Onlara Türkçe öğretiyorsunuz, fiş ezberletiyorsunuz...
Önlük yok...
Ayakkabı yok... Özellikle kız çocuklarda naylon terlik var...
Kitap yok... Eskiden kalma kitaplarla öğretiyorsunuz...
Kalem-silgi, öylesine defter...
Dedim ya anlatacak çok şey var...
Akşamları yalnız başınayım ve teröristlerin öldürmeye gelecekleri geceyi bekliyorum. Korkuyorum... Geride kalanlarım var.
Yeni evlenmiştim. Eşim oğluma hamile iken askere gitmek zorunda kalmıştım. Yaş olmuş 28... Hiç unutmam, yazın sıcağı, 26 Ağustostu askere gidişim... Eşimi hamile ve hasta haliyle öylece geride bırakmıştım... Karaman garajından otobüse binip İzmir'e gidinceye kadar boğazım düğüm düğüm olduydu... Hep “Abimler var nasılsa yanında, bir şey olmaz...” diye teselli ettim kendimi...
O zorluklar içinde ben dağıtım iznine geldiğimde eşim doğum yaptı. Bundan sonrası daha kolaydı. Ne de olsa askerliği sivil olarak yapacaktım. İstediğim zaman gelme imkanım vardı... Sevmediğim kimseden emir almak zorunda da değildim artık...
* * *
Köy okullarının lojmanlarını bilirsiniz. Tek katlı iki oda, mutfak tuvalet... Zaten yalnızım. Öyle eşyam filan yok. Yatak-yorgan-kilim. O kadar.
Korkuyorum dedim ya... Hakikaten korkuyorum. Dışarıdan tıkırtılar geliyor, hemen ışığı söndürüyorum ve perdenin kıyısından dışarıya bakıyorum. Bakınca ne yapacaksam!
Kapıyı açacaksın. Açmasan da açacaklar... Çıkaracaklar, diz çöktürecekler... Ağzına bir sigara... Beynine tek kurşun o kadar...
“Ahan da geldiler, buraya kadarmış...” diyorum... Sonra bakıyorum ki bahçeye atlar girmiş... Onların tıkırtıları... Rahatlıyorum... “Bu gün de kurtardık...” diyorum...
Dışarıdan baykuş sesleri geliyor. Hani Baykuş için “Hayra yorarsan, hayırlı olur, hayra yormazsan bela getirir” derler ya... Lojmanın karşısında bir direk var. Her gece baykuş direğin tepesinde başlıyor ötmeye...
“Tamam” diyorum. Yine ötmeye başladı... Ne yalan söyleyim, korkuyorum...
Ama bir yere kadar gidiyor bu korku. Korku eşiğini aştıktan sonra da efelenmeye başlıyorsunuz. “Verecek bir canım var, ötesi yok ya!” diyorsunuz... Değil terörist, dünyaya meydan okumaya başlıyorsunuz... Dünya sizden korkmaya başlıyor sonra...
Bu ruh hali ile çocuklara ve köy halkına bir şeyleri öğretmek için yırtınıyorum. Çocukların hali içime dokunuyordu çünkü... Çocukların pek bir hükmü yoktur oralarda... Nasılsa büyür diye düşünürler...
O zamanlar iletişiminiz sadece mektup... Yalnızsınız ve bir işiniz de yok akşamları... Bir radyonuz var o da ses olsun diye, o kadar... Şiirler yazıyorum, kitap okuyorum sabahlara kadar... Günde bir kitap bitiriyorum... En çok kitap okuduğum zamanlardır o zamanlar benim...
Bir gün oturdum arkadaşlara köydeki durumu ve çocukları anlatan mektuplar yazdım ve gönderdim...
Aradan bir zaman geçti... Dediler ki Ceylanpınar Postanesinde kolilerin gelmiş. Koliler... Ne kolisi bilmiyorum. Bana kim ne diye koli gönderecek?
Köylünün birinin mobileti ile şehre gittim. Zeki'yi de o yolda öldürmüşlerdi halbuki... Dedim ya korku eşiğini aştıktan sonra korku vız geliyor...
Baktım ki gelen koliler Denizli’den gelmiş... Gönderen Akif - Kadriye yazıyor... Kadriye hanım ile üniversitede birlikte okuduk, eşi Akif hoca ile de Kalecik'te aynı okulda birlikte öğretmenlik yaptık. Yokluğu bilen iki samimi dost...
Anladım ki gönderdiğim mektubun cevabı...
Mektubu örencilerine okumuşlar. Onlar da duygulanmış, çocuklar da... Bir yardım kampanyası düzenlemişler. Kaleminden, silgisine, ders kitabından, romanına, defterine kadar... Elbisesinden, ayakkabısına, bayrağına... Balonundan, grafon kağıdına kadar doldurmuşlar kolilere...
Bunları dağıttığımda çocukların gözlerini görmenizi isterdim.
O bakışlarını da sevinçlerini de anlatamam...
Dostlarımı da onların öğrencilerini de unutamam...
* * *
Kadriye Şekerler Gürcan, Denizli Anadolu Sağlık Meslek Lisesinde Meslek dersleri öğretmeni, Akif Gürcan da Denizli'de özel bir okulda öğretmenidir.
“İyilik yap denize at” derdi Akif hocam... Eminim unutmuşlardır bu yaptıklarını...
Ama ne ben, ne o köy halkı, ne de şimdi her biri bir göreve gelmiş o çocuklar unutmadılar onları...