SİYASET İNANÇ İLİŞKİSİ Osman Nuri KOÇAK Siyaset dünyasında en çok tartışılan konu, inançların günlük siyasetin merkezine oturması sorunudur. Bir siyaset kurumunun veya siyasetçinin, millete hizmet ameliyesinde herhangi bir inanca tabi olması veya inancını beyan etmesi önemli mi, değil mi konusu, özellikle doğu toplumlarında bitmez tükenmez bir tartışmanın da kaynağını oluşturur. Otoyol, yeraltı treni, havaalanı, toplu konutlar yapmak, fabrikalar açmak, madenler işletmek, oteller açmak veya aç açıkta kalanları, kimsesizleri, muhtaçları korumak, onurlu ve karakterli bir dış politika yürütmek, ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine taşımak için meydanlarda, dergâhlarda inançları referans göstermeye gerek var mı? Yaptığınız veya yapmayı vaat ettiğiniz her şeyi inanç referansı içinde mülahaza ederseniz, vaat ettiklerinizi yapamadığınız zaman ne olacak? Doğal olarak yıpranacaksınız. Peki, yıpranan sadece vaadini yerine getiremeyen politika erbabı mı olacak yoksa politika ile sarmaş dolaş hale getirdikleri inançlar da bu yıpranmadan nasibini alacak mı? İşte, aydın inanç sahiplerinin bir bölümünün, günlük siyaset ile inancın kuzu sarması yapılmasına itiraz ettikleri ana nokta burasıdır. Politika günlük dertleri, gaileleri, sorunları çözmek için kullanılan ve kullanılırken de çoğu zaman abartılara, ajitasyonlara, gerçekle ilgisi olmayan beyanlara başvurulan bir saha olarak kullanılır. Doğru değildir ama kullananlar öyle kullanır. Peki, her alanda inanç referansı ile iş görürsek, tüm bu abartı ve gerçek dışılıkları aynı zamanda inanç adına yapmış olmuyor muyuz? Evet! O zaman inançlar da ister istemez eleştiri almazlar mı? Yani siz kendinizi inanç ile yapışık hale getirirseniz, size yapılan eleştirileri de savabilmek için inancı kalkan olarak kullanırsınız. Hatta kendinize bazı kutsiyetler bile atfedersiz. Örnekleri çoktur. Peki, o zaman ya hiç eleştirilmeyeceksiniz ya da siz eleştirilirken doğal olarak kalkan yaptığınız şeylerin hepsi de yara almayacak mı? Buna kimsenin hakkı yoktur. Çünkü inançların bozulması toplum ahlâkına zarar verir. İnsanları ayrıştırır, bir birlerine karşı düşmanlaştırır. Değiştirilmemek üzere iktidara geldiği kurgulanılmıyorsa, siyaset ve siyasetçi beğenilmediği zaman değiştirilir. İnançlarımızı değiştiremeyeceğimize göre onu yozlaştırmaya, yıpratmaya kimsenin hakkı olabilir mi? 18. ve 19. Yüzyıl düşünürleri arasında din ile çatışan çokça vardır. Nedeni de, kendisini din ile özdeşleştirmiş monarkların yıkılması aynı zamanda dinin de yıkılması olarak takdim edildiği için, dine karşı da savaşlar açılmıştır. 20. ve 21. Yüzyılda bu sorun kalkmıştır. Çünkü dünyanın önemli bir bölümü laik ve çoğulcu sistemleri benimsemişler, inançlar kimsenin kalkanı olmak durumunda olmamışlar ve dinle mücadele eden de kalmamıştır. Din de yüceliğine uygun bir yere yükselmiş, yüreklerimizi ve beyinlerimizi aydınlatmaya devam etmiştir. Laiklik bu neden ile Demokratik Cumhuriyetlerin olmazsa olmazıdır. Tüm dünyada sıradan insanlar inançlarına samimi olarak bağlıdır ve onun yok sayılmasından hoşlanmazlar. Bizim ülkemizde de aynı hassasiyetleri taşırız. Dünyayı yöneten karargâhlar başta olmak üzere, uyanık politika erbabı bu durumu gayet iyi saptamışlar ve din bezirgânlığını bir politika yapma biçimi olarak piyasaya sürmüşlerdir. Bunun yıkıcı etkilerini dünyada ilk gören liderler arasında olan Atatürk, hem politikayı temiz tutabilmek hem de yüce dinimizi bir tasalluttan kurtarmak için dini günlük politikanın kirlerinin dışında tutmak için laikliği getirmiştir. Kişileri zenginleştirme, güç sahibi yapma, imtiyaz sahibi yapma gibi görevleri olmayan inançlarımızı bu sahada kullanarak yıpratılmasına da en önemli engel laikliktir. Kim ne yaparsa, ne kadar yaparsa yapsın, Türk Milleti laikliğin değerini ve önemini kavramış ve ona sahiplenmiştir.