BOSNA HERSEK NOTLARI (2)
Osman Nuri KOÇAK
Geçen yazımızda üç yılı aşkın devam eden bir yok edici kuşatmadan bahsetmiştim.
Uygar dünyanın gözü önünde ve onun onayı ile sürdürülen bu soykırıma direnen Boşnakların, kuşatmanın arkasına çıkacak bir tünel kazarak kuşatmayı nasıl yardıklarından söz etmiştim.
Bu tünelin öyküsü hem ilginç hem de dramatik.
Rehber anlattıkça ve tünel için hazırlanmış olan videoyu izledikçe içimizde gözlerinden yaş gelmeyen kimse olmamıştır sanırım.
Tünel her iki taraftan aynı anda kazılmaya başlıyor.
Hiçbir teknik adam yok. Ölçü aletleri yok, mekanik veya digital yön belirleyiciler hiç yok. Ortalama bir kilometrelik bir alan geçilecek, bu geçilecek alan içinde havaalanı da var.
Yönü şaşırıp buluşamama ihtimali çok yüksekmiş. Ama bu duruma herkes hazırmış.
Birbirlerine yaklaştıklarını zannettikleri zamanlarda, ellerindeki balyoz veya başka aletlerle, döşedikleri borulara vurarak ve karşıdan gelen sesi dinleyerek yönlerini belirlemişler.
Bu nedenle tünel dümdüz gitmiyor.
Zaman zaman dönemeçler oluşturuyor.
Tünelin kazılmasından sorumlu olan komutana daha sonra sormuşlar. “Ya tüm çabalarınıza rağmen karşılaşmasaydınız ne olacaktı?” diye.
Komutan da gayet sakin bir şekilde, “O zaman iki tane tünelimiz olurdu” der.
Mesele sadece bir zaman meselesi olurdu yani.
İnanmak sorunu çözülürse, zamanın bir önemi kalmaz yani…
O nedenle ben asıl adı “Ulıca Tüneli “ olan o tünele “İman Tüneli” adını taktım.
Saraybosna’ da Müslümanlara ait tüm binalarda kurşun izleri var. Savaşın yaraladığı binaların görüntüsünü muhafaza etmişler. Devlet daireleri, camiler ya yıkılmışlar ya da ağır hasarlar almışlar. Ancak Kiliseler hiç yara almamış.
Savaştan sonra Müslümanlar intikamcı davranmamışlar.
Katliam yaşamış bir köye uğradık. Cami imamı kırık Türkçesiyle anlatıyor. “Bir gün önce Boşnaklar ve Hırvatlar koyun koyuna yaşıyorlar, bir Hırvat benim çocuğumu seviyor, başını okşuyor, ona şeker veriyor, aynı adam bir gün sonra o çocuğu öldürüyor. Çıldırmamak işten değil.”
Köyün tamamına yakını Hırvatlar tarafından yok ediliyor.
Ama o anda orada olmayıp kurtulanlar ile bu gün gene bir arada yaşıyorlar.
Ne zamana kadar sürer bu ilişki bilemem.
Bu durumu daha iyi anlayabilmek için Fatih Sultan Mehmet’ in Bosna Eyaleti için yayınladığı fermanı aynen buraya alıyorum. Meşhur uygar Batı ile mukayese etmek isteyen çıkabilir diye…
“Ben Fatih Sultan Han,
Bütün dünyaya ilan ediyorum ki, kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum;
Hiç kimse bu adı gecen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne Padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne de İmparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.
Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin ve ya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.
Bu Padişah Fermanını ilan ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın elçisi Aziz Peygamberimiz Muhammed’e ve 124 bin Peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki, emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.”
İbret ola…