BAŞBAKANIN BİRİNCİ GÖREVİ…
Osman Nuri Koçak
Siyaset üslubu konusu doğrudan doğruya demokrasinin ergenliği ile ilgili bir konudur. Siyasetçi kendisini toplumun efendisi ve hamisi görmeye meyyal ise üslubu başka, onun hizmetkârı ve yoldaşı görür ise daha bir başkadır.
Her ne kadar hanedanlık yoluyla değil de seçimle işbaşına gelse de, kendisini toplumun efendisi görme eğiliminde olan bir yönetici için, bırakın kendisinin ve icraatlarının eleştirilmesi, günlük dalkavukluk seramonilerinde küçük bir aksama olması bile onu çileden çıkarmaya yeter.
Çünkü o sureti haktandır.
Çünkü o bin yıldır beklenendir.
Çünkü o kurtarıcıdır… Gerçekten de bunlara inandırılmıştır.
Bizim başbakanı da tarafsız bir gözle gözlemeyi dener isek buna benzer bir ruh hali içinde olduğu görülecektir. Seçtiği üslup, ötekileştiricidir, kıyıcıdır ve ayrıştırıcıdır.
Meselâ; “AKP yönetiminden ateist bir nesil yetiştirmeyi mi bekliyorlar?” diyor.
Bu söylemin çözümü nedir? Bu anlatımı nasıl anlamalıyız?
Bu güne dek bazı hükümetler “ateist nesiller yetiştirdi, biz dindar nesiller yetiştireceğiz” demek değil midir? “Bu gün bile hâlâ ateist nesil doğrultusunda beklentisi olanlar var” demek değil midir?
Güya, böyle bir beklenti içerisinde olanları da üstü örtülü olarak topluma işaret ediyor.
Böyle bir söylemi rüyamda duymuşsam birisi beni uyandırsın. Ülkemin içinde yaşayan tüm insanların başbakanı olması için oy verdiğimiz bir kişi, geçmişle ve bazı siyasi kesimler ile öyle bir hesaplaşma yolu benimsemiş ki, bu yol, yakınlaşma, normalleşme, paydaşlaşma ve uzlaşmanın ötesinde topyekûn imha etme yolu gibi gözükmekte bana…
Bu söylem sıradan ve dinine bağlı Anadolu halkını, toplumun bir kesimine karşı kışkırtmıyor mu?
Ağzı lâf yapan bütün kadroları ile “İttihatçılar” diyor, Cumhuriyeti kuranları da onların ardılları ilan ediyor ve sanki neredeyse bu kanalda siyaset yapagelmiş herkesle milleti kapıştırmaya çalışıyorlar. Cumhuriyetin eğitim politikalarını, öğrenim birliğini, lâikliği ve getirdiği tüm yenilikleri yerden yere vuruyorlar. Türkün ülkesinde Türklüğün korunmasına, Andımıza, Gençliğe Hitabeye öyle ağır eleştiriler getiriyorlar ki, sanki ileride bunlarla da hesaplaşacaklarının sinyallerini veriyorlar.
Tüm bunları da ayakta alkışlamamızı bekliyorlar.
Basını da topyekûn bu karşı devrim hareketlerinin borazanı olarak görmek istiyorlar. Olmak istemeyenleri de ya Bekirağa Bölüklerine tıkıyorlar ya da işten kovduruyorlar. Korku yollarda kol geziyor.
Anayasa yapmaya, iç tüzük yapmaya soyunuyorlar ve sözde herkes ile hareket etmek istediklerini ifade ediyorlar. Ama TBMM’ nin en önemli gruplarından birisinin başkan vekiline “Otur yerine, sen ne anlarsın bu işlerden” diyorlar.
Böylece herkese danışmanın bir göz boyamacılıktan öte bir şey olmadığını da söylemiş oluyorlar. Bu kafa ile yapılacak bir Anayasa ise sanki başka amaçlara hizmeti kolaylaştırmak için yapılıyor izlenimi vermekte…
İktidarların ve onun başındaki birinci adamın en öncelikli görevi, tüm toplumu, değerleriyle birlikte bir arada tutabilmektir. Eylem ve konuşmaları ile toplum ayrışıyor ve dinimize de bu ayrışmada siyasal bir rol veriliyorsa ülkemiz de, dinimiz de, halkımız da bu işten yara alır, perişan oluruz.
AKP aklını başına toplamalıdır. Düşmanlıklar körükleyen politikalar konusunda ülke olarak yeterli sabıkamız var zaten. Bu kadar güçlü bir şekilde iktidara gelen bir hükümetin ve başbakanın, bu gücü herkesi kucaklamaya yönelik kullanmasını istemek, ciddi bir fırsatın da değerlendirilmesini istemek demektir.
Yeter artık. Doğusundan Batısına, Alevi’sindenSünni’sine, İttihatçı’ sından İtilafçı’ sına yekpare bir millet olma şansımızı heba edip durmayınız. Fırsat dediğim de bu…
Görüştüğüm aklıselim AKP’ liler de bu üsluptan ve ayrıştırıcılıktan son derece rahatsız.
Alaya aldığınız ABD’ li gazeteci bile nasıl da devlet başkanı gibi ağırbaşlı bir cevap gönderdi.
Görmüyor musunuz?