“ŞİKAYET, ZAYIFLARIN SİLAHIDIR”
Mahmut TOPTAŞ
Bu yaşa gelinceye kadar kaç defa ağladığınızı hatırlar mısınız?
Kaç defa umduğunuzu bulamadınız?
Kaç gece üzüntüden uykusuz sabahladınız?
Evinizin yolunu bulamayacak kadar aklınızı kaç defa kaybettiniz?
Kol ve kanadınızın kaç defa kırıldığına şahit oldunuz?
Baş ağrısı, diş sızısıyla kaç saat inim inim inlediniz?
Böbrek taşı sancısıyla kaç gün kıvrandınız?
“Biz, ayrılamayız” dediklerinizden kaç defa ayrıldınız?
Bütün bunları dün olmuş gibi hatırlayanlarımız olabilir.
Hatta bazıları var ki, “Yıl 1980, 12 Eylülün beşinci günü, günlerden Salı ve ikindi üzeri bir baş ağrısı ki nerdeyse kendimi camdan aşağı atıvereceğim” diye başlar acılarını anlatmaya veya Karakolda yapılan işkenceler anlatılır.
Peki de ağrısız, sızısız, sancısız geçen yıllarınızı, aylarınızı, günlerinizi neden hatırlamazsınız?
Hatırlanamayacak kadar çoktur da ondan.
Hastalıklarımızı hatırlarız da sıhhatli günlerimizi hatırlamayız.
Birlikte geçen günleri değil, ayrılık günlerimizi hatırlarız.
Bu da normaldir ve olması gerekendir.
Çünkü hayatta asıl olan sağlıktır, hastalık gelip geçicidir.
Birliktelik asıldır, ayrılık geçicidir.
Güneşin 365 gün doğup batması asıldır.
Güneş tutulması geçicidir.
İnsanız, 365 gün doğan, bizi ısıtan ve ışıtan güneşin farkında olmayız, hakkında konuşmayız ama senede bir defa tutulan güneş, daha tutulmadan dünya haber ajansları insanları bilgilendirir ve güneşin kara yüzünü görmek için özel gözlükler bile satın alırlar.
Hayatımız da öyledir.
Köylerde, mahallelerde ve şehirlerde bir günde yapılan iyiliklerin bin de biri kadar kötülük yapılır ama kötülükler haber olurlar, iyilikler ise haber olamazlar.
Eğer bir gün iyilikler haber olmaya başlamışsa ülkenin battığını haber veriyor demektir.
Kötülükler asıl olmuş, herkes kötülüğü kanıksamış ve iyiliği yapan adamlar aydan gelmiş gibi değerlendirildiğinden ülke bitmiş demektir.
Hastalık, dert, keder, hasret, gam, ayrılık...gibi geçici üzüntüler geldiğinde onları müsafir gibi ağırlamalı ve ilaç yemeğiyle uğurlamalı.
Kendi hatalarımızı “Felek” in üzerine yüklemek yerine hatalarımızı önlemeye çalışmalı.
İbrahim aleyhisselam, kaşımızı, gözümüzü, saçımızı, aklımızı, karşılıksız yaratanın, yol gösterenin, yediklerimizi ve içtiklerimizi de yaratanın Allah olduğunu söyledikten sonra “Hasta olursam şifayı veren odur” derken konuşmada edebin nasıl olacağını öğretir. Hastalanmada kendi kusurunu söyler:
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
“Beni yaratan ve yol gösteren O’dur.
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
Beni yediren ve içiren O’dur.
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
Hastalandığım zaman şifa veren O’dur.
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
Beni öldü¬recek olan, sonra diriltecek olan O’dur.” (Şuara süresi ayet 78-81)
“Kahbe felek” diyerek kendi kabahatimizi ve kapasitemizi kapatma tarafına gittiğimizin farkında mıyız?
200 devletin merkez bankasında bulunan paralar sizin olsa bir nefesin karşılığı olamaz.
İsterseniz ağzınızı ve burnunuzu kapatınız ve bir dakika nefessiz durmaya çalışınız da Rabbin size lütfettiği nimetlerden sadece bir tanesinin kıymetini anlayınız.
Mafyanın kaçırıp suya batırarak mal varlığınızı istediği zaman nefesin kıymetini anlamayı Allah nasip etmesin.
Rabbin sayısız nimetlerine şükür, sayılı imtihanlarına sabretmek gerekir
“Zayıf insanların silahı şikayetmiş”