“Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağar” diye bir sözü dilimize kim kattı ise pek de iyi niyetli değilmiş.
Hazine odasının ortasında oturup da açlıktan ölenleri andırıyor halimiz.
“Tarih, kültür, medeniyet şehri Karaman” diye mangalda kül bırakmıyoruz ama yok olan değerlerimizin arkasından da iki elimiz böğrümüzde acı acı bakmaktayız…
“İL” olalım kavgası verdik yıllarca. Adımız İL oldu ama bizler bu topraklara EL olduk; ortalıkta bir il görüntüsü YOK…
Bir üst düzey eğitim kurumumuz, akademik bir yapımız olsun dedik. Yıllarca üniversite kavgası verdik. Kuruldu. Kurulduğu günden bu güne kadar birkaç küçük istisna hariç bu şehre katkı yerine bu şehrin yıllarını aldı götürdü. Elde var sıfır; YOK…
Bütçesi olmayan, devletten girdisi olmayan, üst düzey eğitim kurumları olmayan bir büyük kasaba idik. Öğrencilerin koltuklarında iki dal odun götürüp ısıtılan sınıflarda eğitim görürken, kaymakamın makam arabasının bir cip olduğu, 15 polis ile asayiş sağlandığı, yazın toz kışın çamur yollarda küfelerle gıdaların taşındığı günlerde Karaman sokakları kültür kokar, halkın en cahili profesör kadardı.
O zamanlar azim vardı; şimdi YOK…
Karaman sorunlarında her şeyi unutup bir araya gelen anında çözüm bulan siyasilerimiz vardı; şimdi YOK…
Şimdiki gibi dört/beş yüz değil bir iki tane sivil toplum kuruluşu vardı ve bunlar her türlü güçlüğe karşı amaçlarını en mükemmel şekilde yerine getirirler, kişisel hiçbir menfaati olmasa da fedakârlık ederlerdi… Şimdi YOK…
Bir kaldırım yapılması için bile o bölge halkının, şehrin fikir insanlarının fikirlerini sorup halkı ön planda tutan idareciler/yöneticiler vardı; şimdi YOK…
Tabanı katran tahtalarla kaplı ve yanık yağ ile yağlanan sınıflarda, kara tahtalarda verilen, nesilleri geleceğe, vatana millete hizmete hazırlayan, tüm bilimlerin ilminin verildiği okullarımız vardı: şimdi YOK…
Bölgemizin değerleri olan hububata, pancara, elmaya, bakliyata, zeytine, ağaca ve bitkilere önem veren kişi ve kurumlarımız vardı: şimdi YOK…
Bölgenin her metresini, karış karış bilen, tarihini, kültürünü hatmetmiş, diline saygılı, bunların gün yüzüne çıkması için çırpınan Karaman sevdalıları/aşıkları/delileri/çılgınları vardı; şimdi YOK…
Şehrin her sokağından dereler akar, ıska suyu adı ile sulama suyu her haneye ulaşır, her köşe başındaki çeşmeden de buz gibi pınar suları akardı: şimdi YOK…
Evlerde Yunus Emre, Mevlana, Mehmet Bey, Karabaş Veli, Demirgömlek, Molla Fenari, Mansur Dede, Kazım Karabekir konularında sohbetler yapılır, çocuklara hedef, gençlere örnek, yetişkinlere de onur olarak yâd edilirdi; şimdi YOK…
Karaman Dil Fermanı heyecanla okunur, Yunus Emre Hazretlerinin şiirleri ile harmanlanır ve “Karaman Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma Törenleri” beşikteki bebelerin bile katılımı ile coşku içinde günlerce kutlanırdı.
Bu törenlerde tüm öğrenciler vardı; şimdi YOK…
Bu törenlerde tüm esnaf vardı: şimdi YOK…
Bu törenlerde tüm resmi erkân yan yana, kol kola vardı: şimdi YOK…
Bu törenlerde tüm siyasiler canla başla çalışır, tüm rekabeti unutarak kenetlenir, bir arada vakar ile halkın arasında olurdu: şimdi YOK…
Kutlamalar için aylar öncesinden toplantılar yapılır toplumun her kesiminden temsilcilerin görüşleri, beklentileri, önerileri alınır, katkıları için onlarla görüşmeler yapılır, programlar ona göre şekillenirdi; şimdi YOK…
Bu programlar ilkel matbaa makinelerinde bile binlerce basılır, her kesime ulaştırılıp, “davet etme onuru” yaşanır, davet edilene de “davet edilme onuru” bahşedilirdi.
Törenlerde her kesime çeşitli görevler verilir, komite ve komisyonlarda yer almaları sağlanır, böylece etkinlikler tabana yayılırdı; şimdi YOK…
Bu törenlerde Karamanın tüm kültürü, folkloru, bilimi, sanatı, tarihi ve bütün değerleri boy gösterir moral kaynağı olurdu: şimdi YOK…
Bu törenlerde Türkiye’nin sayılı bilim adamları olur, onların gelişi günler öncesinden sınırlı imkânlarla her kulağa fısıldanır, hınca hınç salonlarda unutulmaz bilgilerle halka hitap ederdi; şimdi YOK… (5-10 kişiye hitap eden, dil konusunda konuşmak üzere davet edilen tarih profesörlerini saymaz isek)
Bu törenlerde ata sporlarımız coşku ile yer alır, atalarının sporu ile insanlar coşar, güreş, cirit, at yarışları ile benliğinin farkına varırdı; şimdi YOK… (BOCCO VAR BOCCO yerseniz)
Bu törenlerde çok sevilen TSM, THM, tasavvuf sanatçılarının yanı sıra çağdaş müziğin örnekleri de yer alır, biletler günler öncesinden tükenir, konser alanlarında izdihamlar olurdu; şimdi YOK…
Kutlamalar üç ayak üzerine kurgulanır, birinci ayakta bilimsel çalışmalar, ikinci ayakta tanıtım ve üçüncü ayakta da eğlence hedeflenir, hedef kitlelere göre oranlı bir program yapılırdı; şimdi YOK…
Radyo yayınları, daha sonra televizyon yayınları kutlamalar boyunca Karamandan ve Türk dilinden bahseder, etkinlikleri tüm dünyaya duyururdu; şimdi YOK…
Dünyanın sayılı Türk yazarlarına, Türk şairlerine, dil bilimcilerine, radyo ve TV nin tanınmış simalarına ve sanatçılarına, dilimizi iyi kullandıkları için ödüller verilir, örnek gösterilirdi; şimdi YOK…
Ankara, İstanbul başta olmak üzere tanıtım amaçlı pek çok program da oralarda yapılırdı; şimdi YOK…
Dil trenimiz vardı; şimdi YOK…
Türk dünyasından bilim adamları buluşulması vardı; şimdi YOK…
Bu yazı makale boyutunu aşıyor…
VAR olanlarla YOK olanları daha saysak birkaç kat daha uzayacak…
Uzatmayalım…
VAR ile YOK arası bir bilinmez yerdeyiz. Bu var ile yok arası aslında toplumumuzun bir kangren yarası.
İdarecileri idare-i maslahatta, yöneticileri yön tercihi aczi içinde gösteren bir tablo var…
“Al eline kalemi, sayfalar dolusu yaz babam yaz,
Kimisi eleştiri, kimisi teklif, kimisi ikaz, kimisi niyaz…
Ne okuyan anlar, ne de atfedilen muhteremler;
İçinde olmayınca ince yağ ve biraz da soğanlı piyaz…”