İSLAM’IN AKILLISI OLALIM
Mahmut TOPTAŞ
Komünizmin pençesine kapılan Balkanlardaki Müslümanlar, elli yıl baskı, işkence, hapsetme ve öldürmelere karşı direnirlerken dinin bir çok emir ve yasaklarını yapamaz hale gelmişler ama Komünistler iki tane sünnet ile başa çıkamamışlar.
Komünist nüfus müdürü, Müslüman çocuklarına Hristiyan ismi vermiş ama Müslümanlar, çocuklarına Ahmet, Mustafa, Mahmut, Ali... demeye devam etmişler.
İkinci sünnet ise erkek çocukların sünnet olmasını yasaklamalarına rağmen onlar çocuklarını sünnetçiler tarafından gizlice bu sünneti yerine getirmeye devam etmişler.
Uzağa gitmeye gerek yok, bizim ülkenin ateistleriyle İngiltere’nin ateistleri Londra’da bir toplantı tertip etseler, toplantıdan sonra restoranda gitseler, bizimkiler, içkinin her çeşidini içerler ama domuz etini yemezler.
İngiltere ateistler derneği başkanı durumu fark eder de söylemez. Bundan bize köle olmaz ama çocuğuna yatırım yapalım der.
“Sünnet” deyip geçmeyin. Mademki sevgili peygamberimiz bir şeyi yapmış, veya yapmamızı istemiş, veya yapılan bir şeyi onaylamış, o şey kıyamete kadar bizim için vazgeçilmez işlerimizden olmalıdır.
Siyasi liderlerimiz, kanaat önderlerimiz, STK larımızın yöneticileri, şeyhlerimiz... haftada bir farzı gündeme getirseler, o hafta onun yapılması, yaşanması ve yaygınlaşması için gayret gösterseler, on yıl sonra ülkenin kaynaşması, kenetlenmesi sağlanır, araya ajan değil su bile sızamaz.
İki sünnetin bir milleti nasıl ayakta tuttuğunu Balkanlarda gördük.
Bir kısım insanlarımız, “Farzları yerine getirdik de sünnetlere mi kaldık” diyerek veya “O mu? O sünnet canım” diyerek sünnetleri sırayla hayatından çıkararak dini terk etmeye doğru gidiyor.
Mevlana, bu tür insanları bir misalle anlatır. Adamın biri dövmeciye giderek göğsüne aslan resmi yaptırmak ister. Ücrette anlaşırlar. Adam yere yatar. Dövmeci işe başlar. İğnenin her batışında adam bağırmaya başlar. Dayanamayınca “Neresini yapıyorsun? Der. Dövmeci “Sırtını” deyince adam, “Yahu sırtı incecik bir çizgi, yapmasan da belli olmaz. Geç orayı” der. Dövmeci alt taraftan başlar, adam dayanamayınca ayaklar gömleğin içinde kalacak orayı da geç” der. Dövmeci kulakları yaparken Adam, “Kulaklar küçücük olmasa da belli olmaz” der. Her taraf için buna benzer sözler söyleyince dövmeci “Kalk, sırtsız, kulaksız, ayaksız, gözsüz aslan olmaz” deyiverir. (Bak Mevlana, Mesnevi, Tahir’ül Mevlevi tercemesi beyit no 2982-3002)
Bizler de sünnetleri birer birer hayatımızdan çıkararak İslam’ı hayatımızdan çıkarıyoruz.
26 Eylül 1932 yılında Ezanın Arapça okunuşu yasaklanmış ve Türkçe okunması emredilmiş. 1941 yılında çıkarılan bir kanunla Ezanı Türkçe okumayanlara hapis cezası getirilmiş. Ama yurdun her tarafında insanlarımız, bir şekilde sünnete uygun ezan okumayı başarmış. Bazı yerlerde Müezzin veya İmam Türkçe okuduktan sonra köyün veya mahallenin delisine sünnete uygun ezan okutarak görevini yerine getirmiş.
Derken “Ezan delileri” diye bir grup ortaya çıkmış. Onlar, sinemalarda, statlarda, Meclis önünde ve halkın toplandığı her yerde zamanlı zamansız Ezan okumaya başlamışlar. Halk bu yasaktan bunalmış ve 1950 yılında Demokrat partiyi iktidara getirmiş. O hükümet de ilk iş olarak 23 haziran 1950 tarih ve 6715 sayılı diyanet işleri başkanlığı tamimiyle Ezanın asli şekliyle okunması emrini verdirmiş. (Ezan’ın tarihçesi için bak, Diyanet Vakfı, İslâm Ansiklopedisi, Ezan maddesi)
Para delisi, makam delisi, politika delisi olacağımıza İslam’ın akıllısı olalım.
Putlar, parçalar bizi.
Bizim Tevhide ihtiyacımız var.