HOR GÖRME GERÇEĞİ GÖR
Mahmut TOPTAŞ
“Bizim milletimiz çok tembel,
Kahvehaneler ağzına kadar dop dolu,
Elin adamı öylemi ya, adamlar çalışıyorlar” diyorduk.
Derken bu tembel adamlar Avrupa’ya işçi olarak gidince çalışkan oluverdiler.
Türkiye’de amele pazarına çıkınca çalışmaya giden, eğer iş bulabilirse on lira kazanır, onunla bir kilo et alabilir.
On lirayı beğenmeyen, öğleye kadar yatar, on lirayı kazanıp bir kilo et alamaz ama vücudu da yorulmaz. Yani fazla kaybedeceği bir şey yok.
Bu tembel, adam Avrupa’ya gidince işe gitmediği gün yüz Euro kaybedeceğini bildiğinden gitmemezlik yapmaz.
Köyünün en tembel adamı, Avrupa’da kazandığı parayla, orada öğrendiğini Türkiye’ye de getirerek hem kazanıyor, hem de ülkeye kazandırıyor.
Bir teneke buğdayı, toprağa attığında on teneke alabilen, kendi çalıştığı günleri hesap etse tamamı zarar olan bu çiftçi, bir çok seneler toprağını da ekmeyip gen bırakıyordu.
Avrupa’da toprağın dilini öğrendi, şimdi aynı topraktan bire elli almaya başladı. Ve şimdi buranın en çalışkan adamı oldu.
Devlet yetkililerimiz, bu millete toprağın dilini öğretsinler.
2000 li yıllardı, Trafikten bir yetkili bir yaz günü, işçilerimizi uyarıyor: “Avrupa’dan çıkıyorsunuz. İki günde Edirne’ye geliyorsunuz. Edirne’deki otellerde dinlenmeden, evime varayım diye çıkıyorsunuz ve yolda yorgunluk veya uyku nedeniyle kaza yapıyorsunuz” diyor.
Dürbünün tersinden bakıyor. Bu işçilerimiz aynı yoldan geriye de gidiyorlar.
İki günde Almanya’ya varıyorlar. Yolda yatmadan üçüncü gün Hollanda’ya da gidiyorlar ama kaza yapmıyorlar.
Çünkü orada trafik işaretleri harika, yolların genişliği, düzgünlüğü, virajların eğimi mühendislik harikası. Ansızın karşına çıkan çukur veya tümsek yok.
Kendi halkına tepeden bakan bir çevre uzmanı: “İşçilerimiz, Edirne gümrüğünden girince bu cennet vatanın mis gibi kokusunu almak için arabadan iner, sonra arabanın çöplerini bu cennet vatana boşaltır ve yoluna devam eder” diyor.
Bana bunları anlatan bir Lions üyesi iş adamına: “Şöyle bir deneme yap. Bir adamla yaya olarak gezerken iki muz satın al. Ayak üstü yeyiniz. Gezindiğiniz yer kirli, çöplü bir yer ise o yanındaki adam, muzunu yedikten sonra muz kabuğunu hiç tereddütsüz yere atacaktır. Aynı adamı yine yanına al ve yağ döksen yalanır bir yerde gezerken yine iki muz al. O adam o muzu yedikten sonra muz kabuklarını yere atamayacaktır.” Dediğimde “Çok haklısın hocam, kendimden kıyasla söylüyorum” demişti.
Cennet vatanımıza gelince yerlere tüküren, arabanın pisliğini yola boşaltan aynı adam, geri giderken bunu Almanya’da veya Hollanda’da yapmıyor. Çünkü her taraf temiz ve durak yerlerinde çöp boşaltma yerleri var ve içleri devamlı boş tutuluyordu.
Bu sene Almanya ve Hollanda’ya Konferanslarım için gittiğimde gördüm, şehrin en merkezi yerleri bile terk edilmişlik havasına bürünmüş.
Parası çok, görgüsü yok bir zengin, Neyzen Tevfik’i köşküne yemeğe davet eder. Yerler içerler, köşkün bahçesine geçerler. Adam önde Neyzen arkada giderken, boğazından gelen balgamı boşaltmak için sağına bakar menekşeler, soluna bakar güller, her taraf çiçekle bezenmiş. Tükürememiş. Ama yutamamışta. Garip bir ses çıkarmış adam geri dönünce adamın alnının ortasına boşaltmış ve “Kusura bakma başka uygun yer bulamadım” deyivermiş.
Hem Türk vatandaşı, hem de Amerikan vatandaşı olan bir hanımefendi 1998 yıllarında Türkiye’ye gelince Pasaport kontrolünde erkek polise yüzünü açmıyor. Kadın polis de o anda bulunmadığından uzun süre polislerle kadın arasında tartışma çıkıyor.
Gerici avına çıkan basın orada. Televizyon spikeri “İşte sayın seyirciler bu çağda hava limanında bu görüntüler” diyerek kadını ayıplıyor. Peki de bu kadın, sizin hayran olduğunuz ülkeden geliyor. Ve o ülkede bu başörtüsünü sorun yapmıyorlar...
Türkiye’de ilk okulu bitiren bir insan zamanla köyde okuma yazmayı bile unutabiliyordu. Çünkü okuma bilmemek ona hiçbir şey kaybettirmiyor, bilmekte kazandırmıyordu.
Ama Avrupa’ya gittikten sonra okuma yazma öğrenmek zorunda kalan ve öğrenen işçilerimiz oldu.
Tepe gözlük yapıp, insanımıza tepeden bakıp, kendi hatalarımızı onlarda görüp, tenkidi başkalarına yönelterek rahatlama yerine fertten devlete kadar herkes kendine düşen görevi yerine getirsin.