DUAYENLER DUAYENİ VE ÇİĞLİ
Mahmut TOPTAŞ
Bu güne kadar hiçbir politikacının kapısında beklemek şöyle dursun, kapısı önünden de geçmediğim için “sekreter” hikayelerini başkalarından dinlerim.
“Çin seddi aşılabilir ama sekreteri aşmak ondan daha zordur” dedi birileri.
Genel Müdüre “Hayırlı olsun” demek için ziyarete gittik. Yüzü güllü, dili ballı sekreterini değiştirmediğinden sekreter, bir buçuk saat bizi eğledi, eğlerken içinden eğlendi ama görüştürmemeyi sağladı.
Genel Müdürlükten alınan arkadaşımız yanımıza dönünce bize sitem etti “Hiç biriniz hayırlı olsun demeye gelmedi” dedi biz de o zaman durumu anlatabildik” demişti.
1989 yılının Ağustos ayında Cezeri Kasım Paşa camii ibadete açıldı.
Ben Eminönü müftüsüne giderek caminin salonunda tefsir dersi başlatmak istediğimi, haftada bir gün saat 19.00-20.30 arasında salonun bana tahsis etmelerini istedim.
Müftü efendi camide başlatmamı istedi.
Ben de, “Saat 19.00 da başlatmamın sebebi işyerlerinin, devlet dairelerinin kapandığı saattir. Basının merkezi Cağaloğlu’nda herkese davetiye çıkaracağım. Hiçbir ayırım yapmayacağım. Bunlar arasında uzun zamandır camiye girmemiş, diz çökmemiş, ütüsünün bozulmasından çekinen, abdestsiz camiye girersem çarpılırım inancı taşıyan, pahalı ayakkabım çalınabilir endişesi taşıyan insanlarımızın da gelebileceği yer salondur. Onun için salonu istiyorum” dedim sağ olsun hemen kabul etti ve bir ay sonra başlayacak bu tefsir dersinin ilanını da cami kapılarına asılan ilanlarla, hutbe sonrasında imamların duyurmasıyla başlatma kararı aldı.
Ben de tanıdığım, tanımadığım, ulaşabildiğim herkese telefon yoluyla davete başladım.
Gazetecilerin duayenler duayeni kabul ettikleri zata da telefon ettim ama sekreteri aşmada zorlandım.
Sekreterin “Niçin görüşmek istiyorsunuz? Sorusuna “Eline bir kalem al dediklerimiz yaz ve benim söylediklerimi aynen ulaştır” dedikten sonra “Konuşma konum yok. Olması da gerekmiyor. İnsanlar altı gün evlerinde içtikleri suyun başına Pazar günleri piknik yapmaya giderler ya işte ben de altı gün yazılarını okuduğum zatın kaynağında bir saatlik piknik yapmak istiyorum. Yazdın mı?
“Evet yazım”
“Oku bakayım” okudu ve telefon numaramı aldı.
Yarım saat sonra …bey telefonla aradı ve “yarın saat onda bekliyorum” dedi.
(Kendisinden izin almadığım için isim yazmıyorum)
Saat ona beş kala sekreterin yanındayım. İçeriye izin verildi.
Kapıya kadar gelmiş, gülen bir yüzle karşıladı.
Koltuğuna oturmadı.. Nezaket gösterip masanın önündeki iki koltuğa karşılıklı oturduk.
Hal-hatır sorduktan sonra ben, Mut ilçesinde Vaizlik yaptığımı, orada elli yıl önce Çiğli diye bilinen bir kamyon şoförü olduğunu, onun yaşattığı bir hikayeyi sana anlatayım dedim ve başladım anlatmaya.
Mut’a tayin edilen Savcı, trenle Karaman’a kadar gelir. Kamyona yüklerini yükler, kendisi de şoför mahalline oturur ve yolculuğa başlarlar.
Yolda kaç hakim olduğunu sorar.
-Bir tek hakim var ama şeker gibi, bize babalık yapar. Yalnız biraz bağırarak konuşuruz, çünkü kulağı ağır duyar der.
Savcıyı evine bıraktıktan sonra hemen hakime koşar ve savcının yeni okul bitirdiğini, sok şakacı biri olduğunu, tam bize göre dedikten sonra “ama” der “biraz kulağı ağır duyar”
Pazartesi günü görev başı yapan savcı hakimin yanına girerken bağırarak “Günaydııııııın” der.
Hakim, içinden Çiğlinin dedikleri doğru galiba sağırlar bağırarak konuşur diye geçirdikten sonra o da “Günaydııııın” diye bağırır.
Bağırıp çağırarak onlar konuşurken katip içeri girer ve hakimle fısıldaşarak yazıyı görüşürler ve katip dışarı çıkar.
Savcı kandırıldığını anlar.
Hakim, “Çiğli bizimle dalga geçti” der.
Aramızdaki çiğliler Cağaloğlunda bile yaşamlarını sürdürüyorlar.
Bana verilen intibaya göre senin gazeten ve başrollerde sen, bu ülkenin bağrına çöreklenmiş kötü niyetliler ordususunuz.
Allahü alem, Çiğli bizi de size bunlar camilerde milletin beynine örümcek ağı örüyorlar” diye tanıtmıştır.
Senin altı aylık yazını alsak bir dibekte dövsek İmanlı, İrfanlı, dinini seven bir adam çıkıyor. Ama bazı yazıların var ki adamı dinden imandan çıkarıyor” dedim.
- İşte o gün bana yanlışımı bildir hemen ikinci günü düzeltirim” dedi.
- Beş milyon insan zehirlendikten sonra mı düzelteceksin?
- Biz beş milyon basmıyoruz ki
- Kahvehaneye konan bir gazete kaç kişi tarafından okunduğunun hesabı yapılmadı. En azından beş milyon insanın eline geçer.
- Anladım, telefonunu alayım” dedi ve kaydetti. Birkaç tane soruyu da telefonla sordu.
Tefsir dersi başlatacağımı, gelmesi için davete geldiğimi söylediğimde gözlerinin içi gülüyordu. Gelmedi ama gönderdiği insanlar oldu.
“Manşetten haber yaptırayım” dediğinde salonun iki yüz elli kişilik olduğunu, kapasite yetersizliğini ilana gerek olmadığını ancak gazetelerinde lehimde ve aleyhimde yazılmamasını söyledim ve bir başka nedenimi de söyledim ama onu yazmıyorum.
Bunu şunun için anlattım, “Karşı Mahalle” diye bir şey yok ülkemizde.
Çiğliler yapıyor bu ayırımı.
Anadolu’dan gelip önce gecekondu kapatıp, zengin olduktan sonra zenginler mahallesine taşınanla, taşınamayıp gecekonduda kalan arasında inanç farkı ne ise yine Anadolu’dan gelip kendine yeni isimler vererek ayrıştıranlarla olduğu gibi kalanların farkı da diğerleri gibi.
Biz, birbirimize benzeriz.