Tarihin en derinlerinden, Nuh, Hüd, Salih, Lud, İbrahim, Musa aleyhisselamların peygamber olarak gönderildiği krallar ve onların kulları, Allah’ın ayetlerini kabul etmeyip kralların kurallarını Allah’ın ayetlerinin önüne aldıklarını ve Allah’a kul olmak yerine krallara kul olmayı tercih ettiklerini, kendilerini kendilerinden daha çok koruyan peygamberlerine düşman olduklarını haber verir Rabbimiz.
Hatta onların başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi zannedersiniz buyurur:
“Yoksa sizden önce geçenlerin durumu sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara yoksulluk ve sıkıntı gelip çattı ve sarsıldılar. Hatta, rasül ve beraberindeki mü'minler, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyorlardı. Gözünüzü açın; şüphesiz Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara süresi ayet 2/214)
Günümüzde de kâfirler, geçmiş kâfirlerden hem itikatla¬rını hem de işkence metotlarını ay¬nen almışlardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’na iman ve itaat edenlere hem sosyal hem siyasal, hem ekonomik ambargo uyguladılar ve üç yıl bu ambargoyu devam ettirdiler.
Mekke’de Şi’bi Ebi Talib’de açlığa, susuzluğa ve konuşmama, ticaret yapmama, kız alışverişini yasaklama tam üç yıl sürer.
Bugünkü ekonomik am¬bargo da buna kıs¬men benziyor.
Halkı Müslüman olan ülkelerin hepsi gâvur ülkeler tarafından ambargo altındadırlar.
Hele hele silah alım satımında parasını alıyor ama uçağını, silahını vermiyor.
Meselâ bugün halkı Müslüman olan ülkelerde ithalat ve ihracat yetkisini genel olarak Yahudilere veriyorlar.
Ya¬hudiler de bunu istediği zaman durduruyor, istediği zaman da malı piyasaya sürüyor. İste¬diği zaman malın değerini düşürüyor, istediği zaman da değerini artırıyor. Bu, bir ekonomik ambargodur.
Her gece cebindeki paranın değerini çalıyor.
Pey¬gamber Efendimiz’e (s.a.v.) uygulanan ambargonun aynısı bugün de kâfirler tarafından uygulanmaktadır.
Gün geç¬miyor ki, televizyondan duy¬mayalım, falanca halkı Müs¬lüman ülkeye ambargo uygu-lamış diye.
İşkence metodu aynı; varıyorlar devletin yet¬kilileriyle görüşüyorlar. “Siz bizim şu şartlarımızı kabul ediyor musunuz, etmiyor mu¬sunuz” diyorlar, eğer etmez¬lerse hemen ambargo uygulu-yorlar.
Diyorlar ki; “Başınızı tarayacağınız tarağın naylo¬nunu vermiyorum. Siz, başını¬zın çaresine bakın, sizin başı¬nız bitlenecek.”
Sahabeler, Rasülallah (s.a.v.) etrafında toplanmışlar. Dayanışma için sabır gerekiyor.
Müminler tarif edilirken, özellikleri şöyle sayılıyor:
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar. (Allah'tan) korkan erkekler ve (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, Allah onlar için büyük mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab süresi ayet 33/35)
Müminler; sabredenlerdir. Bu sabır ki, öyle evinde köşeye çekilip Allah’tan sabır istemek şeklinde değildir.
Fatih’in yaptığı gibi, topunu tüfeğini hazırlayıp gemilerini karadan yüzdürdükten sonra, el açıp Allah’a dua etmektir ve geri adım atmadan sabırla yürümektir.
Bütün bunları yaptıktan sonra duaya ne gerek var, denebilir.
Rabbim dilerse her şeyi bir ediverir, topu ateşlersin de, ateşlenmeyiverir. Bomba patlamayıverir. Beynin çalışmayıverir, kalbin duruverir. Onun için her halükârda Rabbime yönelmek zorundayız.
Bedir Sava¬şı’nda Efendimiz harp düzenini alıyor, bir suyun ba¬şına yerleşiyorlar, karşı tarafın durumunu öğrenmek için casuslar gönderiyor veya onların casuslarından bir tanesi esir alınıyor, onu konuşturuyor.
Yani hep tedbirini aldıktan sonra dua ediyor.
Fiili dua, kalbi dua ile birleştirilir ve o sabırla devam ederse zaferle taçlanır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ve ashabına işkence yapıyorlar.
Bedeni işkence yapıyorlar veya ekonomik baskı uyguluyorlar. Netice alamıyorlar. Bu defa uzlaşma yoluna gidiyorlar.
“Başımıza kral ol” diyorlar.
Kralımız olursan yine bizim dediğimiz olacak diyorlar.
“İstersen en zenginimiz yapalım” diyorlar, istersen “Sana Mekke’nin en güzel kadınını verelim” diyorlar.
Günü¬müzde de yüksek bir mevkide bulunan adama teklif edi¬lenler bunlar. Değişen bir şey yok.
Fakat Peygamber Efendimiz, tekliflerin hepsini reddediyor:
“Amca, vallahi, eğer güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar ben bu İslâm da’vetini Allah onu izhar (açıklayıp üstün getirinceye) edinceye kadar veya ben bu yolda yok oluncaya kadar terk etmem” (Beyhaki, Delail-un-Nübüvve 2/187, İbni Hişam, Sire 1/266)
Dünyamızda değişen bir şey yok. Hâlâ insanlar ma¬kam, para ve kadınla kandırılmaya devam ediyorlar.
Medya, mafya, siyaset ilişkisinde makam, para ve kadın birleştirici oluyor.
Günümüzde davadan vazgeçersen, zengin olmana, istediğinle yatmana, kral olmana da göz yumarız.
Hatta kral olup makama oturmadan önce, Lat, Menat ve Uzza kurallarına göre hareket edeceğine yemin de ettiriyorlar.
“Küfür Cephesinde Değişen Bir Şey Yok” (Benim bir konferans kitabımın adıdır)
Eh gâvur, gâvurluğunu yapıyor; Müslüman da Müslümanlığını yapsın artık.