İki kişi veya iki aile arasında çatışma çıkarsa ona “kavga” diyoruz.
İki devlet arasında çatışma olursa ona da “savaş” diyoruz.
Kavga eden iki ailenin veya kavga eden iki devletin ikisi de Müslüman’sa, diğer Müslümanların görevi, onların arasını bulmak, sulhu/barışı sağlamaktır.
Rabbimiz buyurur:
“Eğer müminlerden iki taife bir biriyle harp ederlerse, aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri diğerine saldırırsa, saldırgan, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldırgana karşı harp edin. Eğer Allah'ın emrine dönerse, aralarını adaletle düzeltin. Adil olun. Allah adilleri sever.
Müminler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'tan sakının ki, merhamet olunasınız.” (Hucurat süresi ayet 46/9-10)
Bazı sebeplerle iki Müslüman’ın veya halkı Müslüman devletlerin arasında kırgınlıklar varsa, yine onları kafire teslim etme tarafına gidilmez.
Birisi dinime düşman ve Müslümanları yok etmek istiyor.
1400 yıllık tarihimizde olduğu gibi iki bin yol öncesinde bile kendi ırklarından olan Zekeriyya ve Yahya aleyhisselamları öldüren ve İsa aleyhisselamı asmaya kalkan insanlar bunlar.
Kendilerini Firavun’un köleliğinden kurtaran Musa aleyhisselama bile ihanet eden ve düşmanla karşılaştıklarında:
“Musa'nın kavmi: "Ey Musa, onlar orada kaldıkça biz oraya hiçbir zaman girmeyiz. Sen ve Rabbin gidiniz ve onlarla harp ediniz. Biz burada oturacağız" demişlerdi.” (Maide süresi ayet 5/24)
İki devletten biri kâfir diğeri Müslüman ise ve bu da onların Müslüman olması sebebiyle kâfirler savaş açmışlarsa herkes gücü oranında Müslüman’ın yanında ve kâfirin karşısında yerini almalıdır.
Müslüman olduğu halde gönlü onları sevmese, onlara kızgın olsan bile Müslüman’ın yanında olacağız ve gönlümüzde olan kinin tedavisi için Rabbimizin öğrettiği şu duayı okuyacağız:
“Onlardan (Mühacir ve Ensar’dan) sonra gelenler: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla geçip giden kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı gönlümüzde bir kin bırakma. Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin merhametlisin" derler.” (Haşr süresi ayet 59/10)
Mümin insanlara karşı gönlümüzde kin bırakmayacağız. Bunun için o mümin kardeşimizin iyi huylarını gözümüzün önüne kadar getirip güzelliğini seyredeceğiz.
Şeriatçı, tarikatçı, radikal, ılımlı, hoşgörücü, müteassıp, barışçı, siyasal İslamcı, aşırı dinci... vs. gibi isimler takılarak parçalanmak istenen insanımızı “Müslüman” adı altında toplayıp, hatalarıyla beraber bağrımıza basacağız.
Sonra yanan bir yüreğin ateşiyle, hataları kardeşlik muhabbeti ile yakıp sessizce yok edeceğiz.
İslam binasının kuruluşunda görev alan, kalem kullanan, alın teri, gözyaşı döken, kan veren, can veren, bid’atları temizleyen müminler, velisiyle, delisiyle, yazarıyla, gezeriyle, yayıncısıyla, okuyucusuyla, işçisiyle, aşçısıyla, amiriyle, memuruyla, hocasıyla, generaliyle, eriyle, rektörüyle, öğrencisiyle bize aittir.
Binanın tuğlalarından çatlayanlar olabilir. “Çatlak vaaar!” diye bağırana, bitişik tuğla yardım etmezse bağıran da düşer.
Her tuğla, dört tuğlaya tutunurken aynı zamanda onları da tutar.
Anlayışlarımız, ayrı, ayrı. Ama bu ayrı malzemeler “İslam” adı altında birleşirler.
Sevgisiyle gönüllerimizi süslediğimiz Sevgili Peygamberimize kulak verelim:
“Birbirinize buğz etmeyiniz, haset yapmayınız, sırt dönmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Bir Müslüman’ın kardeşine üç günden fazla küsmesi helal değildir” buyurmuş. (Buhari, Sahih, K. Edeb, bab 57, Müslim, Sahih, K. Birr, sıle ve adab, bab 8)
“Mümin, müminin kardeşidir, onu yardımsız bırakmaz…” diyor. (Beyhaki, Şuab’ül İman, Hadis no 10637)
Yorumlar
Kalan Karakter: