Mekke’de, Müslümanları kızgın kumlara yatırdılar, kollarından ayırdılar. Yapmadık hakaret kalmadı, onlar yine de davalarından vazgeçmediler.
Sabrın da bir sınırı vardır.
Sabır taşının çatlamasını önlemek gerekir.
Bu nedenle hicret yapılmıştır.
Siyret kitaplarımız, hicret edenlerin zayıf insanlar olduğunu bildiriyor.
Sıkıntıya dayanamayanların gittiğini söylüyor.
Ama Ammar bin Yasir gitmiyor.
Hicret edenler arasında Allah Resulünün damadı Hazreti Osman ve eşi Rukiyye, Abdürrahman bin Avf gibi hatırlı sahabeler de var. (Allah, hepsinden razı olsun.)
Hicretin amaçları arasında dışa açılma siyaseti amaçlanmış olabilir.
Habeşistan kralı Necaşi’nin de bu hicret edenler sebebiyle Müslüman olduğunu biliyoruz.
Bugün Eritre’de mücadele veren Müslümanların, o zamandan kaldığını biliyoruz.
Peygamberimizin (S.A.V.) bildirdiğine göre her Peygamberin hayatında hicret vardır. Musa (A.S.) Mısır’dan hicret etmiş, İbrahim (A.S.) hicret etmiştir.
Hak yolunda hicret edip sığındığımız yerde sığıntı değiliz.
Bize koruma sağlayan insana da yardımcı olmamız ve iki dünyasının güzel olması için İslam’ı tebliğ gerekir.
Dışarıdan gelen insanların yeni vardığı yerde birbirine tutunmaları gerekir.
Ve bunlar sabahtan akşama kadar çalışırlar ve zengin de olurlar.
İstanbul’un zenginleri dışarıdan gelen insanlardır.
Dışarıdan gelen insanlar hep tedirgin olur.
Yer değiştirmenin büyük etkisi vardır.
Türk’ü tarif ederken, “Çadırda doğan, at üstünde büyüyen, savaş meydanındı ölen” diye tarif etmeyiniz bundan sonra.
Ne zaman ki tariflerde kalan bu Türk, yerleşik medeniyete geçmiştir, hızı kesilmiştir.
O yüzden Peygamber Efendimizin (S.A.V.) Mescid-i Nebevi’sine bakıyoruz dört direk ve üzeri hurma dalından örtülmüş bir yapıdır.
Efendim, o günün inşaat sistemi denilebilir. Fakat o günün inşaat sistemi o değil, çünkü Ayasofya o zamanın yapısıdır.
Yani inşaat biliniyordu. Peygamber Efendimizin ashabı Şam’ı gördüler. Mısır’daki Karnak Mabedi’ni gördüler.
Dünyanın en eski mabetlerindendir. Yani bir binanın nasıl yapılacağını bilmez değiller.
Dünyayı fethedecek olan insanların bir yere bağlı kalmaları doğru değildir.
Sahabe kabirleri genelde Bağdat’ta, Küfe’de, Basra’da, Mısır’da, Güneydoğu illerimizde bulunur.
Mekke’de sahabe kabri çok azdır.
Bizim insanlarımızdan bazıları diyorlar ki: “Keşke Mekke ve Medine’ye yerleşsem.”
Doğru, Mekke’de kılınan bir rekât namaz diğer yerlerde kılınan bin namazlardan bin kat daha hayırlıdır.
Peygamber Efendimizin bir hadisi daha var, bu konuda.
Tarsus dolaylarında Abdullah İbn-i Mübarek namlı bir tabiin yaşıyor. O dönemde hac kafileleri hacca gidiyor.
Efendimiz, biz hacca gidiyoruz bir diyeceğiniz var mı diyorlar.
O da şu mektubu Fudayl İbn-i İyaz’a verin. (Bu zat, tefsircilerin, hadisçilerin ve tasavvuf erbabının büyüklerinden birisi D: 107/725 ö:187/803) mektubu ona vermişler. Abdullah, mektubunda şiir halinde diyor ki:
“Ey Harem-i Şerif’te Rabbime dua eden zat
Ey Harem-i Şerif’te ibadet eden zat
Eğer sen bizim ne yaptığımızı görseydin
İbadetle oyun oynadığını anlardın.
Sen orada kokular sürünürken,
Biz de burada atlarımızın nalının çıkardığı kokuyla koklaşıyoruz.
Sen orada kınalarla süsleniyorsun sünnettir diye
Biz de göğüslerimizi kanlarımızla boyuyoruz.
Yalan söylemeyen doğru ve sahih sözlü peygamberin sözü bize geldi:
Mücahidin atı ve burnundaki tozla, cehennemin alevlerinin dumanı bir araya gelmez.
“Şehitler ölmez” diyen Allah’ın kitabı aramızda” diye bir şiiri vardır. (İbni Kesir Tefsiri, Al-i İmran süresi ayet 3/200)
Fudaly İbnü İyaz almış mektubu okumuş ağlamış ve demiş ki: “Sana mektup getirdi diye posta ücreti olarak Efendimizden bana kadar gelen bir hadisi söyleyeyim:
Bir adam, Allah Resulüne, “Bana cihada denk bir amel söyle” dedi.
Allah’ın Resulü, “Ben, cihada denk olacak bir amel bulamıyorum” dedi ve devam etti, “Mücahit, cihada çıksa, sen de (mescide girsen ve) ara vermeden namaz kılmaya, iftar etmeden oruç tutmaya gücün yeter mi?” dedi. Adam, “Buna kimin gücü yeter” dedi. Ebu Hureyre, “Mücahidin kazığa bağlı atının şaha kalkması, gidip gelmesi bile onun hesabına hasenat olarak yazılır” dedi. (Buhari, Sahih, K. Cihad, bab 2, Ahmet Müsned, Ebu Hüreyre hadisi)
Cihat ayetlerini ve bu gibi hadisleri okuyan sahabeler, Küfe’ye, Basra’ya ve Diyarbekir’e, Şam’a, Mısır’a ve Kudüs’e Kostantıniyye/İstanbul’a kadar gelmiştir ve oralarda şehit olmuşlar, İslâm’ı götürmüşler oralara, oranın insanlarına.
Diyoruz ki, bizim Rusya’ya tebliğ görevimiz var, Amerika’ya, Antarktika’ya tebliğ görevimiz var.
İran’a geliyorlar, “Biz sizin topraklarınızı almak, hanımlarınıza sahip olmak, paralarınızı almak için gelmedik; iman edin gerisin geriye döner gideriz; halkınızın İslâm’ı dinlemesine müsaade edin, harp etmeyiz” demişler.
Bütün insanlar peygamber çocuğu. Âdem Aleyhisselamın çocuğu. Bunlarla kardeşiz, Afrika’dakilerle de kardeşiz, Japonya’dakilerle kardeşiz. O halde yardım edeceğiz.
Âlemlere rahmet Hazreti Muhammet Aleyhisselam:
“Benim ve sizin haliniz şuna benzer: Adamın biri karanlık gecede ateş yakınca kelebekler o aleve doğru hücum ettiklerinde o ateşi yakan adam, kelebekler yanmasın diye onların ateşe doğru uçmalarını engeller ya işte ben de sizin cehenneme hücum etmemeniz için kemerlerinizden tutuyorum” buyurur. (Buhari, sahih, rikak bab 26, hadis 6118, Müslim sahih, fedail hadis 2284, Tirmizi, sünen, 5/154 hadis 2874)