“DENİZLER DURULMAZ DALGALANMADAN”
Mahmut TOPTAŞ
Bu günlerde “Ensar” ve “Mühacir” kelimeleri dünya gündemine yeniden geldi.
Aslında Mekke’den Medine’ye sevgili peygamberimizle başlayan hicret ki, o hicret Müslümanların yılbaşı olmuş.
1341 yıl biz, bu Hicri takvimi kullanmışız.
Birinci cihan harbinde bizi beş milyon kilometre karelik alandan 800 bin metrekarelik toprağa mahkum eden Haçlı ordularının tarihini 1925 yılında kabul edinceye kadar her şeyimizi Hicri takvime göre yazmışız.
Hicretin Türkçe karşılığı “Göç” tür.
“Göçmen” de göç eden adam demektir.
Zalimlerin, kafirlerin, sevgili peygamberimiz hakkında parlamentolarında (Dar’un-Nedve) öldürme, hapsetme veya sürgüne gönderme tartışmalarından sonra öldürme kararı aldıktan ve öldürmeyi gerçekleştirme görevi cellatlara verildikten sonra hicret gerçekleşmiştir.
Aradan tam 1436 yıl geçmiş. İnsanlar medenileşecek derken sırtlanlara rahmet okutacak hale gelmişler ve hala dünya üzerinde göçe zorlanan insanlar vardır.
Afrika’da yaşayıp ta Avrupalı ile aynı dinden olan ama Avrupalıyla aynı ırktan olmayan Hristiyanlar bile sömürülmeye isyan değil de gönülsüzlük gösterirlerse bir milyon Hristiyan’ın yine Hristiyanlar tarafından öldürülüyor, öldürülemeyenler göç ediyorlar, Ruanda örneğinde olduğu gibi.
Myanmar’da, Doğu Türkistan’da Özbekistan’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ve daha nice yerlerde bu günlerde Budist’inin, Yahudi’sinin, Hristiyan’ının bazı makam düşkünü Müslüman kralların haçlı seferine katılması nedeniyle Müslümanlar, sayı itibarıyla dünyanın en büyük hicretini, göçünü yaşıyorlar.
Tarihin sayfalarında Müslümanların alnı tertemizdir.
Kudüs’ü fethetmişiz ama öldürmeye veya göçe zorlamamışız.
İspanyayı fethetmişiz, yine göçe veya öldürmeye teşebbüs etmemişiz.
İstanbul’u fethetmişiz yine aynı muameleyi gerçekleştirmişiz.
İspatı, fetihten sonra İspanya’da sekiz yüz yıl sonra, İstanbul’da da bu güne kadar Hristiyanların yaşamış olmasıdır.
Hristiyanlar ise 1500 yıllarında yönetimi ele geçirdikten sonra bir tane Müslüman veya Yahudi bırakmamıştır. Hicret edemeyenleri öldürmüşlerdir.
İspanya’dan kaçan Yahudilere de Osmanlı sahip çıkmış ve İstanbul’da 1989 yılında Yahudilerin İstanbul’a kabul edilişinin 500 üncü yıl dönümü anısına bir vakıf kurulmuş, vakfın başkanlığına da Jak Kamhi getirilmiştir.
“Geçen geçmiştir bu güne bakalım” demeyin.
Bu güne de baksak bu Millet Müslüman kaldığı sürece alnı ak olmaya devam edecektir, kafirin yüzünde, içindeki kafirlik karanlığı hep dışa vuracaktır.
Avrupa Birliğinin nüfusu 500 bini aşmıştır.
Geçen hafta Avrupa Birliği parlamentosu beş yıl sonra toplanmış ve 120 bin göçmen almayı prensip olarak kabul etmiş.
Halkı Müslüman Türkiye ise, beş yıl öncesinden ilticacıları kabul etmeye başlamış ve iki milyon mağdur ve mazlumu bağrına basmıştır.
Bu hesaba göre Türkiye’nin yedi katı nüfusa sahip Avrupa 14 milyon mülteci kabul etmesi gerekirdi.
Amerikan zulmünden kaçan Iraklıları burada saymıyorum.
Müslüman olan olmayan her mağdur ve mazlumun birinci sığınağı olmuştur Türkiye.
Avrupalılar ve Amerikalılar ise hala sömürmeye devam ederlerken, sömürülenler kimin sömürdüğünün farkına vardılar ve emir verenlerin sınırlarına dayandılar.
Kabul etmemede ısrar eden yetkililerin ağzından “Kabul edersek halkımızın Müslüman olmasından korkuyoruz” sözü kaçıverdi.
Eh “Denizler durulmaz dalgalanmadan”