Hafıza - i beşer, nisyan ile malüldür. ( İnsanın hafızası unutkanlık hastasıdır)
Hafızamızı asla yönetemeyeceğiz. Bu hüküm cümlesi bana değil, bilim insanlarına ait.
Bilim insanları, hafızamıza hükmetme gücünden mahrumiyetimizi nimet olarak görmüşlerdir.
Unutuşu yok etmek veya azaltmak bilim adamlarına göre şimdilik olası değil.
Bu yazım, hafıza ve unutma üzerine olmayacak. Zira, haddimi aşar, benim alanım değil.
Unutkanlığıma mazeret ararken, bulduğum bilimsel kılıf bu. Maalesef bilimsel gerçek; insan unutur ve hafızasına hükmedemez. Anılar da zamanla kozmosa karışır.
‘’Kaybettiklerimizi Kalbimizde Taşırız’’ başlığı ile Karaman’da Uyanış’ta üç gün devam eden yazılarım, hatırladıklarımdan doğdu.
Yazımın konusu ve içeriği için kimseyle konuşmadım. Anılarımdan süzülenler ve bende derin izler bırakan arkadaşlarımı sizlere de hatırlatmak istedim.
Yazımın amacına ulaştığına inanıyorum. Çok kişi aradı, duygularını paylaştı.
Bazı arkadaşlarım ise telefon ve mesajlarla unuttuğum kişilerin isimlerini ilettiler.
Ticaret Lisesi’nde okuyup hayatını kaybeden her öğrenciyi yazmayı amaçlamamıştım. 43 yıldır Ankara’da yaşıyorum, bunu yapmam mümkün de olmazdı.
Tanımadığım ve isimleri bende çağrışım yapmayan kişileri nasıl yazabilirim?
Tanıdıklarımı, arkadaşlık yaptıklarımı ve unutamadığım kişileri yazdım.
Hepsine Allah’dan rahmet diliyorum.
Bir isim var ki, o güzel arkadaşımı nasıl hatırlamadığıma hala hayıflanıyorum. Kalbimde yer edinenlerden biriydi.
Vefik’den Gelen Telefon
Ticaret Lisesi’nin kapısından çıktıktan sonra bir daha karşılaşmadığım arkadaşımı bana Vefik Boynukalın hatırlattı.
Sevgili Vefik, gülümseyen sesiyle vefat edenlerin arasında arkadaşımın adının olmadığını söyleyince, başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Vefik Boynukalın, 7-8 yıl kadar önce telefonla aradı:
‘’Feyyaz çok hasta. Haberin var mı, diye sordu.
Hayır, haberim yoktu. Hangi şehirde yaşadığını bile bilmiyordum.
Kanser olduğunu söyledi, telefon numarasını istedim. Bir an yıllar öncesine gidip geldik.
Hemen aradım.
Feyyaz Özatay...
Unuttuğum, telefonla da olsa bir daha sesini duyamadığım arkadaşım.
Eşi çıktı. Kendimi tanıttım, yıllardır görüşmediğimizi, bir dönem birbirimize çok yakın olduğumuzu vb. cümleleri mahcup, üzüntülü ve heyecanla sıraladım.
İlaçların etkisinin ağır olduğunu, uyandığında selamımı ve şifa dileğimi ileteceğini söyledi.
Bilmiyorum, Kamile Hanım söyledi mi, Feyyaz duyabildi mi?
Bir kaç gün geçti. Sabahın erken saati. Haber toplantımız başlamak üzere.
Cep telefonum çalıyor, arayan Vefik Boynukalın.
‘’Başımız sağ olsun. Feyyaz’ı kaybettik’’ diyor.
Sessizliğimi bir süre dinleyen Vefik, ‘’Bilmeni istedim. Çok severdin, benden duymanı istedim’’ dedi.
Sekreterime, toplantıya katılmayacağımı, bensiz başlamalarını toplantı odasına bildirmesini istedim.
Son kez Feyyaz’ın telefonunu çevirdim ve şöyle başladım:
‘’Başınız sağ olsun, ben Feyyaz’ın arkadaşıyım, adım Ahmet Tek.’’
Yanıt, ‘’Ahmetciğim teşekkür ederim. Ölüm Allah’ın emri, dostlar sağ olsun’’’ oldu.
Telefondaki ses yabancı değildi ama hatırlayamadım.
Devam etti:
‘’Ben Hasan Abin’’
Nasıl unutmuşum, Hasan Atıl (Tatlıcı Kel Hasan) Feyyaz’ın eniştesiydi. Son anında yanında olmuşlar, telefonda konuştuğum kişi Hasan abim.
Cenazenin defin işlemleri ile ilgili bir sıkıntıları olduğundan bahsetti. Aydın Temsilcimiz gazeteci arkadaşımı aradım, durumu anlatıp, yardımcı olmasını söyledim.
10-15 dakika sonra Hasan abi, teşekkür için aradı, belediyenin araç gönderdiğini bildirdi.
Feyyaz’la iki yıl çok iyi arkadaştık. Ailesinden ayrı bir evde kalırdı ve sık sık orada buluşurduk.
Çetin Altan’ın Büyük Gözaltı kitabını o evde okuyup bitirdim, başka kitaplar da okudum o evde.
Feyyaz bir ara kitap okumaya merak sardı. Sonra iş çıkışı çalışmaya başladı.
Kardeşi Müfit’i bir de adını anımsayamadığım ablasını tanırdım.
Ailede ekonomik sıkıntı mı olmuştu da Feyyaz bir yazıhanede çalışmaya başlamıştı?
Okul bitti, diplomalarımızı aldık. Feyyaz üniversiteye giriş için yeterli puanı alamamıştı.
Daha sonra Konya’nın bir ilçesinde bir bankanın şubesinde çalıştığını öğrendim. Karaman’a her gittiğimde birilerine sorar, her seferinde bir başka yere tayin edildiğini duyardım.
Görev yaptığı yerler arasında bir Orhangazi’yi bir de Aydın’ı hatırlıyorum.
Karaman’dan evlenmiş, iki oğlu olmuş, emekliliğinde Aydın’ı tercih edip oraya yerleşmiş.
En yakın arkadaşlarından biri Vefik, diğeri bendim. Mobileti vardı ve mobiletsiz adım atmazdı.
Fizik olarak yakışıklı bir arkadaşımızdı. Okulun güzel giyinen gençlerindendi. Çok duygusaldı, duygularını paylaşmazdı.
Bir gün Konya’ya gitmeye karar verdik. Otobüsle değil, Feyyaz’ın mobiletiyle.
Pırıl pırıl bir havada yola çıktık, Çumra yakınlarında yağmura yakalandık. Sağanak çok şiddetliydi. Rüzgar gittiğimiz yönden esiyor ve yağmur taneleri kırbaç gibi Feyyaz’ın yüzüne, eline, ayaklarına çarpıyordu. Ben onun arkasında olduğum için daha az etkileniyordum.
Geçer diyerek geri dönmedik. Sağanağın şiddeti giderek arttı. On dakika içinde her yanımızdan su akmaya, bizim dayanma gücümüz tükenmeye başladı.
Bir süre sonra bir akaryakıt istasyonuna sığındık. Feyyaz hep titredi. Buna rağmen, başka bir araçla dönelim önerime katılmadı.
Oradan aldığımız naylonları üzerimize örtüp belki 2 saatten fazla süren yolculuğu göze aldık, Konya’ya gitmek yerine Karaman’a döndük.
Döndükten sonra ikimiz de hastalandık.
Feyyaz bende hakkı olan arkadaşlarımdandı. Helalleşme imkanını bulamadım. Ben hakkımı helal ettim, onun cevabı ötelere kaldı.
Eşine, iki güzel oğluna buradan seslenmek isterim:
‘’Feyyaz arkadaşımdı, iyi bir insandı. Gece yarılarına kadar konuşurduk. Aramızda dargınlık olmadı. Niye birbirimizi aramadık? Bu sorunun bende yanıtı yok.’’
Can dostlarından biri Selahattin Bilgiç’ti. Selahattin’i arayıp vefatını bildirdim. Karşılıklı üzüntülerimizi paylaştık. Duygusal arkadaşıma Allah rahmet eylesin.
Eski Dostlar
Feyyaz’ı hayatta iken aramayı unutan ben, ne yazık ki, ‘’Kaybettiklerimizi Kalbimizde Taşırız’’ yazıma almayı da unutmuşum.
Unutmanın bu hali mahcup ediyor.
Yine dönem arkadaşlarım Mustafa Pancar ve Mustafa Akçay’a da rahmet dilerim. Onlarla yakınlığım olmadı.
Bir düşünürün dediği gibi, gerçek ölüm kişinin adının son kez anılmasıdır.
Kaybettiklerimizi bir daha göremeyiz. Onları hatırlamak, anmak ve geride bıraktıklarıyla ilişkimizi sürdürmek ise bizim insiyatifimize ya da insanlığımıza kalmış.
Bu yazıyı güftesi Hayri Mumcu’ya bestesi Gültekin Çeki’ye ait rast makamından Eski Dostlar şarkısı eşliğinde yazdım.
Şarkıyı Özdemir Erdoğan’dan dinledim. Siz, hangi sanatçıyı seviyorsanız ondan dinleyin.
Bu yazı ve şarkı eski dostları hatırlamamıza, vefat edenleri anmamıza, sevdiklerimize telefonla da olsa ‘’nasılsın dostum’’ dememize vesile olur inşaallah.
Unutulmuş birer birer
Eski dostlar eski dostlar
Ne bir selam ne bir haber
Eski dostlar eski dostlar
Hayal meyal düşler gibi
Uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi
Eski dostlar eski dostlar
Unutulmuş isimlerde
Bilinmez nasıl nerde
Şimdi yalnız resimlerde
Eski dostlar eski dostlar
Hayal meyal dostlar gibi
Uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi
Eski dostlar eski dostlar.