Roma Olimpiyatlarında hafif ağır siklette altın madalya aldı. Yıl 1960, şampiyon 18 yaşındaydı.
Ülkesi ABD’ye gururla döndü. Bir lokantaya girerken, “Burada sadece beyazlara servis açılır” sözcüğüyle kapıdan çevrildi.
1.92’lik şampiyon, allak bullak oldu. Ohio nehrinin kenarında, daha sonra “dünyanın en güçlüsü” olarak tarihe geçecek yumruklarını öfkeyle sıktı.
Sonra o yumruklar, sahibine kazandırdığı altın madalyayı boynundan çıkarıp, Ohio nehrinin derinliklerine fırlattı.
Sadece güçlü bir sporcu değildi, vicdanlı ve yürekliydi. Haksızlığa, adaletsizliğe, savaşa, teröre ömrünün sonuna kadar karşı çıkacaktı.
Lokantalar, ona ve aynı rengi taşıyanlara hizmet vermese de, madalyasını nehre atacak kadar öfkelendiği ülkesindeki ırk ayrımına karşı durmakta tek silahının yumrukları olduğunun bilincindeydi.
1964’de Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu olduğunda 22 yaşındaydı.
Bu yaşta ağır siklette şampiyonluğu kazanan ilk boksör olmuştu. Hala öyle.
Karşısında kimse dayanamıyordu. “Kelebek gibi uçuyor, arı gibi sokuyordu.”
Şampiyonluk unvanından hemen sonra İslam dinini seçti.
Cassius Marcellus Clay Jr. olan adını, “kölelik dönemi ismim” diyerek reddetti.
Özgürlük adı, Muhammed Ali oldu.
Ülkesi ABD, bugün nasılsa, 1960’lı yıllarda da aynıydı. Farklı bir kıtada ve sınırlarından çok uzakta olan Vietnam’la savaşıyordu. M. Ali ise ringlerde rakiplerini nakavt ediyordu.
“Boksun en iyisiyim” diyordu. Boks otoriteleri de bu sözlerini onaylıyordu.
Vietnam’da binlerce insan ülkesini korumak için ABD’nin yeni denediği silahlarla, gökten inen bombalarla can veriyordu. (Vietnam savaşının en kanlı çatışmalarının olduğu alanların bir bölümü muhafaza edilmiş. Bu bölgeleri gezdim. Yer altı sığınaklarını ve tünellerini gördüm. Vietnamlı meslektaşlarımdan, ABD’nin bombardımanına ve hava saldırılarına karşı önlem olmak üzere, ülkenin üstündeki yoldan daha çok yer altında tünel olduğunu, yer altında yerleşimler oluşturulduğunu dinledim.)
“Savaşa Hayır” Dedi
Savaşın en şiddetli olduğu 1966’da “Şampiyon”, yeni adıyla Muhammed Ali Vietnam savaşına çağrıldı.
“Vietnamlılar bana hiç bir kötülük yapmadı ki, onlarla niye savaşayım” dedi.
Bugünkü ifadeyle “Vicdani Retçi” oldu. Vicdani ret; kişinin ahlaki tercihleri, dini inancı, ya da politik görüşleri nedeniyle askere gitmeyi ret etmesidir.
Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde bir hak olarak tanınıyor. Vicdani retçiler, sivil hizmet alanlarında istihdam ediliyor.
Vietnam Savaşına gitmeyi reddeden M. Ali, 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Unvanları, lisansı ve pasaportu elinden alındı.
Kararı, ABD Yüksek Mahkemesine temyiz etti. Yüksek Mahkeme kararını 1971’de verdi.
Adaleti temsil eden yargıçlar olmalı ki, M. Ali temyiz davasını kazandı.
Bu süre zarfında bokstan uzak kalmış, ekonomik sıkıntıya düşmüştü.
Geçimini üniversitelerde konuşma yaparak sağlıyordu.
Ringlere dönmeye hak kazanan M.Ali, yeniden dünya şampiyonluğu için mücadeleye başladı. Rakiplerini yenip, Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Joe Fraizer ile maç yapma hakkını elde etti.
20. Yüzyıl’ın Maçı
Muhammed Ali ile Joe Fraizer karşılaşması için bulunan isim, “Asrın Maçı” oldu.
New York Manhattan’da “Dünyanın Arena’sı” olarak adlandırılan Madison Square Garden’deki maç, 20. Yüzyıl’ın maçı kabul edilir.
Muhammed Ali-Fraizer karşılaşmasında ünlü şarkıcı Frank Sinatra’nın Life dergisi için fotoğraf çektiğini veya maçı ringe en yakın yerden izlemek için bu yola başvurduğunu hatırlatırım.
Dünyanın her ülkesinde milyonların, özellikle Müslümanların sabırsızlıkla beklediği bu maçla ilgili haberler her gün gazetelerin manşetlerinde ve spor sayfalarının tamamında yer alıyordu.
8 Mart 1971’deki bu maçı izledim. Pazartesi günü Türkiye saati ile 03.30 veya 04.00’de başlayacak maçı kaçırmamak için gece uyumadım.
ABD’de maç Pazar günü ve akşam oynanıyordu ama saat farkı nedeniyle biz Karaman’da sabaha doğru izlemiştik.
Maçtan haftalar önce Türkiye’nin her yerinde Muhammed Ali için dualar ediliyordu. Maç izlemeye giderken, İsmet Paşa Caddesi’nde heyecanlı heyecanlı yürürken, M. Ali’nin kazanması için Allah’a yakarıyordum.
Sokaklar kalabalıktı. Herkes maçı izlemek için erken uyanmış, televizyonu olan bir yere gidiyordu.
Maalesef Muhammed Ali kaybetti. Üstelik çenesi kırılmıştı. Benim gibi çok kişi ağladı.
Maçın oynandığı yer New York’ta büyük bir parkın içindeki “Spor Tapınağı” denilen ve günümüzde de ayakta kalan spor salonuydu.
Benim izlediğim yer ise küçük bir parkın içinde küçük bir kahvehane...
Çok az evde televizyonun olduğu, yayınların siyah beyaz yapıldığı 1971 yılının Mart ayında sigara dumanı içinde, net olmayan görüntü ile Asrın Maçı’na tanıklık ettiğim, başımızın önümüze düştüğü, gözyaşlarımızı birbirimizden saklamaya çalıştığımız yer, Aktekke Camisi’nin yakınında, Süleyman Bey Hamamı’na sınır, o yıllarda Halk Kütüphanesi olarak kullanılan Hacı Beyler Camisi’nin karşısındaki Mehmet Bey Parkının kahvehanesiydi.
Daha sonra benim ve yaşıtlarımın bir çoğunun hayatında önemli bir yer tutacak bu park, kişisel tarihimin en önemli mekanlarından olacaktı.
Yine bu kahvede, Muhammed Ali’nin, kendisine ilk yenilgiyi tattıran ve bizleri ağlatan Frazier ile ikinci maçını izleyecektim.
Fraizer’in gözleri kapanıncaya kadar yumruk yediği ve şampiyonluk unvanını “Boksun Kralı” na devretmek zorunda kaldığı yenilgisini görecektim.
Park Kahvehanesinde bu kez sevinç gözyaşları dökecek, çığlıklarımız, Aktekke’nin hoparlörsüz okunan sabah ezanına karışacaktı.
Yıl, 1974’dü. Televizyonu olan evlerin sayısı artmış ama maçı arkadaşlarla izlemek isteyenler, gecenin ortasında bir kez daha sokaklardaydı.
Ben, artık bir lise öğrencisiydim ve yine Park Kahvehanesindeydim.
(Devam Edecek)
Hayatıma bir harf, bir kelime, bir cümle ve özellikle güzel bir davranış, tavır katkısında bulunan herkesi öğretmenim olarak görüyorum.
Öğretmenlerimin ellerinden öper, günlerini kutlarım.