En son Karaman’da görüştük. Bir grup arkadaşımızla geçen yıl Karadağ’a çıktık. Yılkı atlarının toplanıp Karadağ’dan sürgüne gönderilmeye başlandığı günlerdi. Çitlerle çevrilmiş, tel örgüler çekilmiş bir alana yüzden fazla at toplanmıştı.
İçimiz acıdı. Yanına yaklaştırmayan ve sürüsünü her tehlikeden koruyan aygırlar özgürlüklerini kaybetmenin gerginliği ve yaz sıcağının etkisiyle başları eğik, ürkmüş gibiydiler.
Kamyonlar çitin yanına yanaşmış, atların yüklenmesine sayılı günler kalmıştı.
Balkanlarda zengin su kaynaklarının çevresinde her mevsim yeşil kalan çayırlıklarda otlayan ve koruma altına alındıkları için kimseden zarar görmeyen yılkı atlarını hatırladım. Zihnim, yüzlerce belgesele konu olmuş, atları ürkütebileceği endişesi ile dronla yapılacak çekimlere güçlükle izin alınabilen yılkılarla Anadolu bozkırlarının yılkısını mukayese etti. Balkanların ve Karadağ’ın yılkılarının yaşam koşulları arasındaki derin uçurum yüreğimi sızlattı.
Bir tutam ot için saatlerce Karadağ’ın zirvesindeki kayalıklara tırmanmak zorunda kalan, açlık ve susuzluktan ölen bizim yılkıların yeni rotası bir başka yere sürgündü.
Amatörce yapılmış çekimler dışında Karadağ’ın yılkı atlarının gösterime sunulacak bir belgeseli bile yoktu.
Arkadaşımla bu duygularımı paylaştım. Yılkıların sürgünü adlı bir belgesel çekmesini önerdim. Belgeselin metinlerini yazabileceğimi söyledim. Çok heyecanlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek aldığı ve bir türlü çekimlerine başlamadığı bir projesini de dört yıldır erteliyordu.
Profesyonel kameramana ve arazide çalışmayı kabul edecek deneyimli bir kameramana ihtiyacı vardı.
Telefonla İstanbul’daki bazı arkadaşlarını aradı. Karadağ’da başlayan telefon trafiği ertesi gün devam etti. Olumlu cevap aldığında yüzü gülüyordu. Galiba yedi-sekiz yıl sonra yeniden yönetmen koltuğuna oturacaktı.
Gezimizin bittiği gün, bir gönül dostumuzun daveti üzerine bahçede mangal partisi yaptık. Davet sahibinden izin alarak arkadaşımı da götürdüm. Zor bir süreçten geçiyordu. Üç yıl kadar mücadele ettikten sonra hayat arkadaşını kanserden kaybetmişti.
On kişi kadar olmalıydık ve aynı yaşlarda olduğumuz için, gençlik dönemlerimizde birbirimizi tanıyan eski arkadaşlardık.
Arkadaşımın yüzü gülmüştü. Sohbette Yeşilçam anılarını anlattı. Sanat camiasında sıklıkla kullanılan bir kelime olan “bizim” diye başlayan cümleler kuruyordu. Talat Bulut’un adı geçince cümle “Bizim Talat”, Kadir İnanır’ın adı geçince “Bizim Kadir” oluyordu. Gece boyunca ilginç anılarını paylaştı. Sohbetin sonuna doğru bir arkadaşımız hem teşekkür etti hem espriyi patlattı: “Bizim Kâmil.”
O zaten benim sevdiğim bir arkadaşımdı, o geceden sonra “Bizim” arkadaşımız oldu.
Arkadaşım bir süredir hasta. Tetkikler yapılıyor, doktorlar ağabeyleri gibi ilgileniyor, moral veriyorlar.
Bizler inançlı insanlarız. Hiç kimse hasta olmayı kendisi seçmez. Hastalık, bu dünyanın gerçeği. Bize düşen hasta dostlarımıza şifa dilemek, mümkünse ziyaret etmek ve onlara muhabbetimizi bildirmek olmalı.
Arkadaşımız bayram öncesi geçici taburcu edildi. Bayramı çok sevdiği Bodrum’daki evinde geçirecek.
Bayram kutlama mesajı yerine, hastalara şifa dileğinde bulunmak istiyorum. Arkadaşıma ve tüm hastalara Allah şifa versin, dertlerine derman versin.
Karadağ’ın yılkı atları belgeseli çekilemedi. Arkadaşım başlangıç için 50 bin lira civarında paraya ihtiyaç olduğunu, bu meblağı bulamadığı için çekim yapamadıklarını söyledi. Belgesel belki 200-300 bin lira harcama gerektirebilir. Biz bunu buraya not düşelim.
Bir yapımcı çıkarsa arkadaşımız ekibiyle gelir, Karadağ belgeselini çeker. Yılkı atları bu film sayesinde dünyanın dört bir yanına gitmiş olur.
Karaman’da Uyanış ailesinin emek ürünü olan, her sayısını beğenerek okuduğum ve bazı sayıları için kalemimle destek verdiğim Karaman BAKIŞ Dergisinde (Sayı 5-2008) arkadaşım Kâmil’i anlattığım yazıdan bir bölümünü paylaşmak istedim.
ADI GİBİ KENDİ DE RENKLİ
“Karaman, içine kapalı, kendini içine kapatmış bir şehir hüviyeti taşısa da sanatın her dalında kendini kanıtlamış, her meslekte zirveye çıkmış isimleri ile Türkiye'nin kalite çıtasını hep yükseltmiştir.
Karaman, Yeşilçam'a çok uzak; ama Yeşilçam kültürüne o kadar uzak kalmamış. Bizim kuşağın sinema ile ilgisi belki bir yazlık sinemada izlediğimiz şarkılı-türkülü salon filmleri, belki Yeni Sinema'da izlediğimiz macera filmleri, belki Eski Sinema'da dönemin gerisinden izlenen kovboy filmleridir.
O yıllar sanatçılarla ilgili bilgi birikimine sahip olmak bile ayrıcalık sayılırdı. Buna rağmen, bunun ötesine gidenimiz olmadı diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Başka alanda da böyle kesin hükümler doğru olmaz.
Karaman'daki evleri Yeni Sinemanın hemen yanında, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde de iyi bir film izleyicisi olan birinin, hayat yolunun Yeşilçam'a çıktığını duyunca "Kader, izlediğimiz güzergahın dışına atmıyor bizi" dediğimi hatırlıyorum.
Bu yazının konusu olacak kişi, soyadı gibi çok renkli. İnsan olarak renkli, yaşam biçimi olarak renkli, düşünce dünyası renkli. Kısaca, hemşehrimiz, yönetmen ve oyuncu Kamil Renklidere'yi anlatmak istiyorum.
Yeşilçam neferliğinin yanında bir gönül dostu olan Kâmil Renklidere, 1954 yılında Karaman’da doğdu. Karaman'da Endüstri Meslek Lisesi'ni bitirip 1974 yılında Yıldız Üniversitesi Elektrik Fakültesi’ne girdi. Aynı yıllarda reklam sektöründe çalışmaya başladı. Bu yıllarda kanına sadece İstanbul girmedi. Yeşilçam da kanına işledi.
Unutulmaz filmlerin kahramanları, figüranları, emektarları, "Haydi, haydi" diye tempo tutup onu Yeşilçam'ın içine çektiler. Böylece 1978 yılında adım attığı sinema sektöründe 42 filmde yönetmen yardımcısı olarak çalıştı.
Hastane filmiyle 1986 yılında ilk yönetmenliğini yaptı. 1992-1997 yılları arasında ATV'de şef yönetmenlik yaptı. 2000 yılında yönettiği, Eşref Kolçak, Çolpan İlhan, Emre
Altuğ ve Sevinç Erbulak'ın rol aldığı "Ağaçlar Ayakta Ölür" filmiyle 8. Ulusal Avşa Film Festivali En İyi İkinci Film Ödülü, aynı festivalde En İyi Yönetmen Ödülü, 37. Antalya Film Festivali'nde Halk Jürisi Özel Ödülü'nü aldı. TGRT'de yayımlanan Terzi Baba filmiyle 1998 yılında Cumhurbaşkanlığı Özel Ödülü'ne layık görüldü. Yine yönetmen olarak Yalnızlar, Mutsuzlar, Acılar İçinde, Raslantı, Aşığım Aşık, Son Yüzelli Metre, Hastane’yi çekti.
Oyuncu olarak Tarık Akan, Türkan Şoray, Talat Bulut, İhsan Yüce, Savaş Yurttaş, Hüseyin Peyda'nın da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı ile rol paylaştı. Çok sayıda TV dizisine emek verdi. Kendini, "Uzun soluklu kavgaların adamı" olarak tanımlasa da, o bir gönül adamı. Samimiyet timsali. Kamil Renklidere, Yeşilçam'a adanan yılların ardından, ailevi nedenlerle Denizli'ye yerleşti. Yedinci sanat için doğal plato gördüğü Denizli'de bazı projelerini hayata geçirmek için çalışıyor.
Film Yönetmenleri Derneği’nin (Filmyön) kurucu üyesi olan Renklidere, 4 yıl kalmayı hedeflediği Denizli'de, bilgi birikimi ve deneyimini aktarmak istediğini söylüyor. Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) öğrencilerinden kurulu Sinema Kulübü'nde kamera arkası eğitimi vereceğini anlatan Renklidere, "Gençlerin içindeki potansiyeli harekete geçirmeyi arzuluyorum. Uzun soluklu kavgaların adamı olduğum için de Denizli'de çok şey yapacağıma inanıyorum" diyor.
Her filmin bir sonu vardır ama ister yönetmen, ister sanatçı, ister izleyici olsun sinema tutkusunun sonu yok. Kamil Renklidere'nin sinema tutkusu ile dostlarına muhabbetinin sınırını çizmek benim ne haddime.
Sevgili dostuma, teklemiş kalbini yormadan, projelerini hayata geçirmesi dileğimi buradan iletmek isterim.
Mutluluklar ve iş yapma enerjimizi artıran ana unsurun, dostlarımızın uzaktan da olsa bizim için güzel duyguları olduğunu lütfen unutmayalım.
Renkli insanlara, renk zengini insanlara ve renk sunan insanlara selam olsun.”
Kalemine yüreğine sağlık arkadaşım bu gibi dostları hatırlattığın için teşekkür ediyorum