Kafası kızan dünyaya çatar.
“Zalim dünya, hain dünya, yalan dünya” gibi şikâyet sözleriyle kendi kabahatlerini dünyanın üzerine atıverdiği gibi,
Rüzgârların, kayalara tosladığı gibi,
Bahar mevsiminde tosunların yeri boynuzla eşmeye çalıştığı gibi, dünyaya kafa tutarak yükünün hafifleyeceğini zannederken kendi kendinin yükünü artırır.
Dünya, yaratıldığı günden bu güne kadar Rabbinin kendisine çizdiği yörüngeden bir milim sapmadan yoluna devam ederek kulluk görevini yerine getiriyor.
Ama dünyadan şikâyet eden inkârcı insan, Allah’ın konuşma özelliği verdiği et parçası diliyle, Allah’ı inkâra yöneliyor.
Canavarca saldıran içgüdüsünün ürettiği kural ve kanunlarla Allah’ın gönderdiği Kur’an-ı Kerim’de bildirilen hükümlere harp ilan eder.
Hâlbuki Rabbimiz, şu anda yaşayan bütün insanlığa ve kıyamete kadar gelecek olanlara:
“Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Babanın oğla, oğlun babaya hiçbir fayda sağlamayacağı o günden korkun. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın, o aldatıcı sizi Allah ile de aldatmasın” buyurur. (Lokman süresi ayet 31/33)
İmtihan salonunun tavanlarının, tabanının, pencerelerinin, kapılarının, perdelerinin altından, gümüşten, ipekten olmasına ve süslü renklerine aldanmayın, sorulara doğru cevap verin diye yol gösteriyor.
Dünyamız, bizim imtihan salonumuzdur.
İmtihan salonunda, sorulara cevap veremeyen kişinin salona sövmesi gibi bir şey bizim dünyaya bahane bulmamız.
Dünyamız, Rabbimizin emrine uyarak üzerinde gezinen insanlara buğday, arpa, domates, ot, et, gül… gibi binlerce nimet sofrası sererken, inkârcı insan dünyaya ne veriyor?
İşeyerek, tükürerek, gaz vererek, kirleterek… karşılık veriyor.
Kendisi inkâr bataklığının pisliğini üzerinde taşıdığından, gezdiği, tozduğu, oturduğu, kalktığı her yerde önce kendisi gibi insanları kirletiyor, sonra elbirliğiyle havayı, suyu, toprağı kirletiyorlar.
Bu dünyayı almak için ahiretini satanlar, hırslarının etkisi atında her türlü hırsızlığı, rüşveti, faizi, helal-haram demeden her şeyini satan, alan ve günah ticaretinin kanunlarla yolunu açan durumuna düştüler ama “ne yapalım dünya bu” diyerek kabahati dünyanın üzerine atıverme tarafına giderek temizleneceklerini sandılar.
Firavun ve Karun’da olduğu gibi, Rabbimiz bunları bunlardan bazılarını bu dünyada da ibret olsun diye cezalandırıveriyor ama ahirette cehennemde sonsuz senelerde ateşin azabını tadacaklardır.
Biz, bu dünyamızın da güzel olması için her gün beş vakit namazımızda, son oturuşta, selam vermeden önce, “Rabbena Atina fi’d-dünya haseneten…/Rabbimiz, bu dünyamızda bize (sence) güzel olanları ver…” diye dua ederiz. (Bakara süresi ayet 2/201)
Biz, bu dünyayı asli vatanımıza dönüş yapma yeri olarak bildiğimizden,
Huzuruna varacağımız Rabbimizin bütün emir ve yasaklarını, gönderdiği ve bize örnek ve önder kıldığı elçisinin anladığı ve uyguladığı şekilde bu dünyaya uygun ve ahirete de uyun salih ameller işlemeye,
Ağzımızda bir milyon tadı ayırt edecek dil veren Rabbimizin adıyla ağzımızı tatlandırmaya devam ederken,
Dünyayı ilim ve zikir meclisine çevirirken,
Yaptığımız hataları dünyaya, feleğe yüklemeden, Hazreti Adem aleyhisselamla Havva anamızın yaptığı duayı yaparız:
“Her ikisi: ‘Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer sen, bizi afvetmez ve bize acımazsan, biz hüsrana düşenlerden oluruz’ dediler.” (A’raf süresi ayet 7/23)
Diyerek kabahati kendimizde ararız.
Dünya, dağ gibidir. Yaptıklarımızın yankısını duyar ve görürüz.
Rabbimiz buyurur:
“Kim amel-i salih işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussılet süresi ayet 41/46)
Şairimiz de bu ayeti açıklar şekilde bu dünya hapishanesinin bir hücresinde avazı çıktığı kadar bağırıyor:
“Kendim ettim kendim buldum” diyerek, bizi uyarıyor.