DOST İKEN DÜŞMAN OLANLARA Mahmut TOPTAŞ 24.11.2004 Çarşamba günü MİLLİ GAZETE’de yayınlanan makalemin tekrarıdır. Dostlarımızın hatalarını kulaklarına fısıldayacağız. Yönünü kıbleye dönen her Müslüman’ın mezhebi, meşrebi ne olursa olsun düşmanca tavır almayacağız. Dostumuza kırıldığımız, üç günü geçmemek kaydıyla küstüğümüz günler olabilir. İşte o günlerde ağzımızı açmamaya dikkat edeceğiz. Ağızdan çıkan sözler namludan çıkan kurşun gibidir. Bir daha geri gelmez. Dostum diye bağrınıza bastığınız insanlarla ayrılma durumunda yapılacak tek şey var, geçmişi unutmak. Çünkü siz birbirinizin sırlarını biliyorsunuz. “Hatasız kul olmaz” dostlarımızın hatasına ortak olmamaya çalışacağız. Onun hata etmemesi için gayret göstereceğiz. Ama dostlarımızın hatasının yükünü yine paylaşacağız. Sevgiyi paylaştığımız gibi, acıyı da paylaşacağız. Dostlarınızın suçuna katılmayın ama onlara verilen cezayı paylaşarak ona yardım ediniz. Ve bir daha suç işlemesine müsaade etmeyiniz. Çok değerli gibi görünen, dışından ayıbı görünmeyen, içinden gayıbı bilinmeyen insanlarımızdan bir kısmı parayı görünce, bir kısmı güzeli görünce, bir kısmı makam, mevki, unvanı görünce bazı haksızlıkları yaptılar veya haksızlıklara ses çıkarmadılar. Bu tür davranış içine girenler Allah’a da yaranamazlar. İnsanlara da yaranamazlar. Bu tür davranan insanlarımızı da bir çırpıda elimizin tersiyle itmeyelim. Sevgili Peygamberimiz, o değerli arkadaşlarından hoşa gitmeyen birçok işler gördü de dostluğunu kesmedi. Dostlarının yüzüne vurmadı. Ancak yanlış bir iş gördüğünde, “Bana ne oluyor ki şöyle şöyle görüyorum” dedi. Yani siz bunları yapmazsınız ama galiba ben yanlış gördüm ifadesiyle yapılan işin yanlışlığını arkadaşlarına bildirdi. Rabbimiz: “İyilikle kötülük denk değildir. Sen kötülüğü en güzel olanla defet. Bir de bakmışsın ki seninle arasında düşmanlık olan kişi sanki sıcacık bir dost oluvermiş” buyurur. (Fussilet Suresi, ayet: 34) Peygamber Efendimiz: “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Sizden her biriniz kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat etsin” buyurur. (Ebu Davud, Edeb hadis 4833, Tirmizi, Zühd bab 35, hadis 2379) Seçici olmalıyız. Yediğimizi, giydiğimizi seçiyoruz. Konuşup kaynaşacağımızı ve okuyacağımızı da seçelim. Bir katil, sapık, Bush, Şaron gibileri gördüğümüzde, “Benim bu hale gelmemi engelleyen Rabbime hamdolsun” deyip onların hidayetine veya ıslahına çalışmalıyız. Kelimelerle ısırdığımız düşmanlar bir gün dostumuz oluverdiğinde onun ruhundaki kuduz kelime izi, dostluğumuza engel olabilir. Kuduz kelimelerin izi tazminat paralarıyla ödenmez ve tatmin olunmaz. Rabbime hamd olsun ki, kırk yıldır dostluğumu devam ettirdiğim arkadaşlarımın sayısını bilemiyorum ama yine de az buluyorum. Çünkü “Bin dost azdır, bir düşman çoktur” derler. İlkokuldan üniversiteye kadar, meslektaşlarımdan asker arkadaşlarıma kadar hemen hepsiyle ilgimi alâkamı devam ettirebiliyorum. Arkadaşlarımdan en dağınık olanları asker arkadaşlarımdır. İzmir’den, Ankara’dan, Adapazarı’ndan, Balıkesir’den vs. birçok il ve ilçeden arkadaşlarımı konferanslarım sebebiyle bulup görüşebiliyorum. Otuz yıldır bulamadığım bir asker arkadaşımı da Düzce depreminde aradım, buldum; yarasına merhem olayım diye aradım ama o arkadaşımı da yaraları sararken buldum ve kendisiyle gurur duydum. Dostlarım: “Peki ama bu arkadaşlarının hepsi sütten çıkan ak kaşık değiller; sen bu işi nasıl başarırsın” diye sormazlar. Çünkü onlar, nasıl olduğunu bilirler. Sahabeden birinin nasihati hep aklımın bir köşesinde beni uyarmak için hazır ol vaziyetinde durur. Sahabeden birine sormuşlar: ‘Hiçbir dostunu kaybetmiyorsun bunu nasıl yapıyorsun? demişler. ‘Dostlarımdan biriyle benim aramda en ince iplik kadar bir bağ olsa ben onu koparmam. ‘Ya o, kaçarsa? ‘Aradaki bağ kopmasın diye ben de onun kaçtığı kadar arkasından koşarım demiş. Şimdi bizler, zayıf bir ipliği değil, gemi bağlanan halatlardan daha kuvvetli bağları “Hablullah-il metin”i koparıyoruz demeyeyim, o ip kopmaz. Biz, gönül elimizi gevşetiverince boşluğa düşüveriyoruz ve Siyonist’e, ateiste, kapitaliste yem oluyoruz. Çömleği sırlar gibi gönlünü, dostlarının sırlarıyla sırlayıp parlattıktan sonra bir gün o dostunun hoşa gitmeyen bir veya birkaç tarafını düşman mahallesinde tellala verenler, aslında kendi gönül sırlarının döküntülerini göstermiş olurlar. Dost ve düşmanı iyi tanıyacağız. Dosta düşman gibi davranmadığımız gibi düşmana da dost muamelesi yapmayacağız. Dost bizi yaksa bile öd ağacı gibi güzel koku vermeye, mum gibi onun önünde ışık saçmaya devam edeceğiz. Dinimizin düşmanı cami yapsa o “Mescidi dırar”dır, şerbet verse şaraptır, panzehir verse zehirdir diyerek kabul etmeyeceğiz. Dostumuzun kirli çamaşırlarını sermemiz için düşman, altından ip gerse, gazete ve ekranlarını açsa biz, gözyaşıyla o kirleri yıkayacağız, yanan yüreğimizin ateşiyle kurutacağız ama teşhir etmeyeceğiz.