İmam kardeşlerim, bende göreve imam olarak başladım.
Mürakıblık ve İstanbul Merkez Vaizliği yaptım.
Cemaatten hiç şikâyetim olmadı.
İmama göre cemaat, cemaate göre imam olur, bulunur.
Cemaat olan bir babanın çocuğusunuz.
Cemaat hakkında karar verirken kendi ihmallerimizi de onların üzerine yıkmayalım.
Yüz elli yıldır bizi İslam dininden uzaklaştırmak için yapılan uluslararası masraf, şu andaki savaşlara harcanandan fazla gelir.
Buna rağmen, iman ettiğimiz dinin Allah celle celalühün dini olması nedeniyle biz onu terk etsek te onun cezbesiyle hala Müslümanlığımızı koruyoruz.
Meyhaneden içeri adım atmamış olan bazı yazarlarımız, kendi hayaline göre içerisini tasvir ediyor ve meyhanedekilerin camidekilerden fazla olduğunu söyleyerek/yazarak yanlışa düşüyor.
Bir kere şu bilinsin, İstanbul Boğazının iki tarafındaki meyhanelerin içindekilerinin hepsini toplasanız, Sultanahmet camisini dolduramazlar.
Ayrıca, o meyhanedekilerin hepsi Cuma günü camide yerlerini alırlar.
Bu geçen hafta içinde şiir ve hikâyelerini zevkle okuduğum bir arkadaşım, “Herkese selam vermeye dikkat ediyorum. Dün karşıdan gelenin saçı, tıraşı, duruşu, yürüyüşü hoşuma gitmediğinden, dinden uzak biri zannettiğimden selam vereyim-vermeyeyim derken selamı yine ağız alışkanlığıyla verdim ve matbaacılar sitesine gittim.
İkindi namazında o kişiyi camide görünce kendimden utandım” dedi.
Bize, Amerikan traşlıyı Müslüman kabul ettirirlerken, Amerika’nın sömürüsüne tepki olarak çıkan Hippilerin kıyafetini din dışı ilan ettirdiler.
Yeniden Kelime-i Şehadet getirerek yapacağımız ve söyleyeceğimiz her şeyin İslami eserlerden kaynağını bilerek söyleyip yapalım.
Sevgili peygamberimiz:
وَجُعِلَتْ لِي الْأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُورًا
“Yeryüzü temiz ve temizleyici olarak, bana mescid kılındı” buyurmuş.” (Buhari, Sahih, K. Teyemmüm, bab 1)
Dağ başındaki çoban, orman gözetleme memuru, şehirdeki Vali ve kaymakam, dairelerdeki memurlar, sanayideki işçiler, çarşıdaki esnaflar, özetle aklı başında canlılık emaresi olanlar, bizim görev alanımızın içindedirler.
Fransız ihtilalini yapanlar, “Allah’ı öldürdük kiliseye gömdük” demişlerdi.
O günden beri aynı yolu izleyenlerin etkisi altında kalarak biz de camiyi anahtarı bize verilen dört duvarın arası bilerek kendimizi sanki türbe görevlisi gibi zannetmiyoruz ama yaptığımız o.
Ben bir orman gözetleyicisini ziyarete gittiğimde öğrendim, on beş günlük ihtiyacını karşılayacak malzemeyle orman müdürlüğü onu traktörle o gözetleme kulesine bırakırmış. On beş gün sonra değiştirirlermiş.
Onu rahatlatmak için “Ooo negüzel yerde görev yapıyorsun, yemyeşil ormanlarda bin bir rengi görüyorsun. Denizin mavisiyle gökyüzünün gök renginin buluştuğu ufka kadar mavinin her tonunu görüyorsun” dediğimde, hiç aldırış etmeden “Senin buraya gelişin var ya, işte bu insan yüzü görmek, mavini de yeşilini de unutturuyor.
Ben, elimdeki dürbünle ormanı gözetirken orman içinden geçen otomobillerin içindeki insan yüzlerini de hasretle izliyorum” dedi.
Benim bu anlattığım1984 yılına aittir.
Orman Bakanlığı, gözetlemeciler için yeni imkânlar vermiştir ben bilmiyorum.
Mürakıblar, kendinizi memur gibi hissedip sekiz saatle sınrlandırmayınız.
Rabbimiz, 24 saatin her saniyesinde verdiği nefes nimetini satın almaya kalksanız maaşınız değil, Merkez Bankasının parası yetmez.
Onun için bu dine hizmet, gece rüyalarımıza girmeli gündüz aklımızı, ayaklarımızı, elimizi, kolumuzu, canımızı kanımızı bu yolda kullanmalıyız.
Müftüler, bir özel bankanın müdürü 1984 de bana “Ben bu şehirde herhangi bir bankada on bin lirası olan herkesi bilirim ve onların paralarını bizim bankaya aktarmak için ziyaretler yaparım” demişti de ben ondan sonra o şehirde en fakirinden en zenginine orman gözetlemecisinden kaymakama kadar ziyaret etmediğim insan bırakmamıştım.
O banka müdürü de bölge müdürü olarak o şehirden ayrılacağı günün sabah namazında, “Günahlarıma keffaret olsun” diye sabah ezanını okudu ve öyle ayrılmıştı.