SADAKA
Mahmut TOPTAŞ
“Sadaka” kelimesini duyduğumuzda hemen aklımıza gelen şeylerden biri ve önceliklisi dilenciye verilen küçük paralardır.
Türkiye’nin en zengininin malının üçte birinin kaç lira edeceğini herkes kendi durumuna göre düşünsün ve ondan sonra dinimizin ölümden sonra da hayır işlemek üzere tavsıye ettiği vasıyyetin üçte bir olarak tespit edildiği ve bununla öldükten sonra da sevap hanesinin kapanmayacağı “Sadaka-i Cariye” olduğunu düşünsün.
Ayet ve hadislerden anladığımıza göre güzel söz söylemenin sadaka olduğunu, gülümsemenin sadaka olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
“Hiçbir şeyim yok ki” diyenler gülümseyerek, güzel sözler söyleyerek sadaka versinler.
Durumu iyi olanlar da mallarından versinler, fakat verirken ezmemek için güzel sözler ve gülümsemeleri ihmal etmesinler.
Sadaka ile mallarında fakirin hakkı olduğunu düşünsünler ve o hakkı verdiklerini, böylece mallarını temizlediklerini, fakirlerin ve çalışanlarının da kendi gibi yiyip, giyip, barınıp içtiğini sağlamasıyla kem gözlerden ve saldırılardan malını, canını, ailesini koruduğunu bilsinler.
Hükümetler de asgari ücret tespitinde karar verirlerken kendilerinin veya çocuklarının o maaşla geçinebileceklerini düşünsünler.
Ona göre verirlerse her bir insanın onları destekleyeceğini ve onların gücünü yanında bulacağını bilerek hareket ederlerse aşamayacakları engel kalmaz.
Şeyh Adi Şirazi Bostan isimli kitabında padişaha veonun şahsında herkese nasihat eder:
“Günün birinde yaşlı bir adam, bir delikanlıdan çeyrek akçe ödünç aldı.
Aradan ne kadar geçti bilinmez, delikanlı bir suç işledi. Yakalandı ve padişahın huzuruna çıkarıldı. Padişah kızdı ve gencin asılmasını buyurdu. Genci aldılar, kararı infaz etmek için meydana götürdüler. Çoğunluğu Türk olmak üzere herkes toplandı. Kadınlar kapılara ve damlara çıktı.
Gencin para verdiği yaşlı adam geçiyordu oradan. O halde görünce, vaktiyle kendisine yaptığı iyiliği düşündü. Yüreği sızladı. Çok acıdı durumuna.
Kurtulması için bir yol aradı.
Ellerini çırparak, ‘eyvaah! Güzel huylu ve kutlu sultanımız öldü, bizi bırakıp gitti bu dünyadan’ diyerek bağırdı.
Duyan ağlamaya, saçını başını yolmaya, acı içinde bağırmaya başladı. Ellerinde kılıç infaz için bekleyenler de katıldı onlara. Bir dalgalanma oldu kalabalıkta. Herkes acı içinde dövünüyordu. Atlılar atlarını bıraktılar. Herkes saraya koşuyordu.
O da ne! Padişah tahtında sağlıklı ve keyfi yerinde oturmakta.
İnfaz meydanında yaşlı adamla delikanlıdan başka kimse kalmamıştı. Herkesin saraya koşuştuğunu gören genç adam da kayboldu ortalıktan, sadece ihtiyar kaldı. Haberin asılsız çıktığını gören saray görevlileri yaşlı adamı yakaladılar, padişahın huzuruna götürdüler ve tahtın ayaklarına serdiler. Sultan kızdı. Korku veren bir sesle, ‘benim gibi iyi huylu, ahlâklı, adaletli ve halkını seven bir padişahın neden ölümünü istedin?’ diye sordu adama. Cesaretli ihtiyar, büyüleyici bir sesle şöyle dedi:
‘Sultanım hükmün dünyaya yayılsın. Öldü dememle Padişahım ölmedi fakat, bu sözle bir can kurtuldu.’ Ardından olup biteni anlattı. Sultan sevindi, ihtiyarı bağışladı.
İnfaz meydanından kaçan delikanlı can havliyle düşe kalka kaçıyordu. Meydandakilerden biri, ‘nasıl oldu da ecel kılıcından kurtuldun? diye sordu.
Genç adam soru sahibinin kulağına eğilerek, ‘bir akçenin dörtte biriyle kurtuldum’ dedi.
Tohum meyvesi için ekilir. Büyük bir belayı bir arpa tanesi savuşturur.
Peygamberimiz, ‘sadaka belayı def eder’ buyurmuşlardır.”