Her namazın son oturuşunda, selam vermeden önce:
"Rabbimiz bize dünyada iyilik/güzellik ver. Ahirette de iyilik/güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru" derler” diye Rabbimizden istekte bulunuyoruz. (Bakara Sûresi, ayet 2/201)
Bütün çalışmalarımız hem bu dünyamızın güzel olması hem de ahiretimizin güzel olmasına yönelik olmalıdır.
Peygamber Efendimiz, bu dünyayı tarif ederken:
“Yeryüzü bana mescit kılındı” buyuruyor. (Buhari, Sahih, K. Teyemmüm, bab 1)
Camide kimse kimsenin cebinden para çalmaz. Kanını emmez. Omuzuna basarak yükselmez.
Siz de yeryüzü mescidinde yürürken Rabbimizin verdiği ayakla Rabbimizin yurdunda yürüdüğünüzün farkında olunuz. Efendimiz:
“Bütün kullar Allah’ın, bütün iller Allah’ın” buyurur. (Ahmed, Müsned 1/166)
Gökyüzü tavanı, hepimiz içindir.
Güneş, Ay ve yıldızlardan avizesi, denizlerden havuzu olan bu dünya mektebinde, Rabbimizin yarattığı tabiatı fizik, kimya, biyoloji, astronomi, matematik vs. okumaya devam ederek fiziki ihtiyaçlarımızı karşıladığımız gibi, Rabbimizin indirdiği kitabı Kur’an-ı Kerim’i okuyarak psikolojik, sosyal, hukuk vs. ihtiyaçlarımızı karşılayacağız.
Tabiat ilimlerini okurken de şeriat ilimlerini okurken de tabiatı yaratan ve şeriatı indiren Allah’ın adını unutmayacağız.
Üniversitede ders veren bir profesörümüz, öğrencilerine suyu anlatıyor. Arşimet’i tanıtıyor.
Suyun kaldırma hesaplarını yaptırıyor. Bu suya kaldırma gücünü Arşimet’in vermediğini söylüyor.
Bu gücü buraya Amerika’nın da koymadığını anlatıyor ve soruyor: “Peki suya bu kaldırma gücünü kim verdi?”
Öğrenciler, koro halinde “Allah!..” diyorlar. Bunun üzerine soruşturma açılıyor.
Soruşturma yapanlara profesör soruyor: “Siz olsaydınız ne cevap verirdiniz?”
Soruşturmayı yapan profesörler, “Allah derdik” diyorlar.
Peki sonuç nasıl olmuş der gibisiniz. Allah’ın dediği olmuş.
Kurbağa sesiyle su bulanmaz. Karga sesiyle tabii musikinin ahengi bozulmaz.
Siz su gibi akmaya devam ediniz. Şırıltınızla kulakları, suyunuzla kökleri, buharınızla çiçekleri sulamaya devam ediniz. Sizin ağzınız veya kaleminiz kargalara hoparlör olmasın.
Halktan sömürdüğü paralarla semiren ve şımaran biri yürüyor. Geçtiği yerdekiler hep ayağa kalkıp kaygı yüklü saygılarını, kinle bilenmiş dişleriyle sırıtarak sunuyorlar.
Müslümanlardan birinin bile kılı kıpırdamamış. Sömürerek semiren bu tağut, o Müslüman’ın yanına gelip, “Beni tanımadın mı?” diyor.
Müslüman, “Tanıdım. Evvelin bir damla su. Sonun bir avuç toprak” diyor.
Sömüren, “Şimdiki halime bak” diyor.
Müslüman, “Karnına bıçak atsam gübre dökülür. Gübrenin çokluğuyla övünülmez ki! Sırtındaki yünlü elbiseye gelince; o yünü hayvanın biri yıllarca sırtında taşıdı, hayvanlıktan kurtulamadı” diyor.
Tarihi heykelcikleri kırmadığımız, ipek gibi fırçalarla temizlediğimiz ve değerli yerlere koyup koruduğumuz gibi insanı da ilimle aydınlatıp temizleyeceğiz.
Rabbimiz ilk inen beş ayette iki defa “oku” emrini veriyor, bir defa da kalemden bahsediyor.
Asıl olan amel/eylemdir.
Amel, ilimle olur.
O ilim kalemle kaydedilir.
Ama yazacağını tekrar tekrar oku. En doğrusunu yaz. Ağızdan çıkan söz, kalemden çıkan öz, silahtan çıkan kurşun gibidir.
Hayır hayır, benzetme yakışıksız oldu. Silah, mermi, kurşun, yakma yıkma kelimelerini fazla kullanmamalıyım. Şöyle diyeyim: Ağızdan çıkan söz, kalemden çıkan öz, bahardan çıkan çiçek gibidir.
Kökler ve dallar, altı aylık bir hazırlıktan sonra ılık bir ilkbahar sabahında güneşle beraber gülüverirler.
İşte biz de uzun bir okumanın ve hazırlanmanın sonunda kalemin ucunda çiçek açtıralım.
Nimetlerini karşılıksız veren, ekrem/iyiliği ve cömertliği bol olan Rabbin adıyla yürüyelim.
Malıyla şımaran, Allah’a kul olmak isteyeni namaz kılmaktan alıkoyan, dini yalanlayan tağuta itaat etmeyelim.
Her türlü sıkıntıdan, ümitsizlikten, stresten kurtulmak için tek sığınağımız olan Rabbimize secdeye kapanıp. Rabbimize yaklaşarak çağdaş putlardan uzak duralım.
Alak Sûresi’ni, “Şifa Tefsiri”nden bir okuyuverelim.