Av.Arb.Ömer Karayumak
       
   Tarihin hiç değişmeyen bir gerçeği vardır. Tarihi olaylar
durup dururken, birden bire patlak vermezler. Bunları azırlayan pek çok
etkenler ve sebepler vardır. Bazıları çok küçük gibi görülen bu etkenlerin
asıl yangını çıkartan ıvılcımlar olduğu unutulmamalıdır.
           
18.yüzyılın ikinci yarısına  gelinceye kadar Ermeniler ile Türk’ler 800
yıl boyunca birbirleriyle tam bir uyum içerisinde yaşamışlardı. Zaman zaman
aralarında bir takım patırtılar olsa da bunlar kayda değer şeyler değildi.
Ermeniler , Türk örf ve adetlerini, törelerini geleneklerini o kadar
benimsemişlerdi ki, bir Türk ile bir  Ermeni’yi birlikte otururken, çay
kahve içerken veya  oyun oynarken gören bir yabancı hangisinin Türk,
hangisinin Ermeni olduğunu kolay  kolay anlayamazdı. Musiki’de, Mimari’de,
Tiyatroda, Şiir’de, Edebiyat’ta Türk’ler ve Ermeniler sanki ortak bir dil,
ortak bir kültür birliği kurmuşlardı. Şehir ve kasabalarda aynı  işlerde
çalışırlar, aynı sanatı  icra ederlerdi. Tek bir milletin bir ferdi gibi
birbirleriyle yardımlaşırlardı. Hıristiyan olmalarına rağmen pek çok
Ermeni  bir Müslüman gibi davranır, Ramazan ayında  iftara gelir,
dini bayramlarda bayram kutlamaya giderlerdi. Başlangıçta da belirttiğimiz
üzere Hallaçyan Efendi’nin dediği
gibi ”bir Türk Hac’ca giderken evinin anahtarını Ermeni komşusuna bırakır,
evine barkına sahip olmasını ”  isterdi.
           
Ermenilerin tamamı Türk dilini  çok güzel konuşurlar, şairler Türkçe
şiirler yazarlardı. İstepanyan Efendi’nin  şu mısraındaki inanç
zenginliği ve lisan sadeliğine şaşırmamak elde değildir:
                        “Bir
Kelamullah-ı azamdır serte-ser kâinat
                       
Hangi taşı kaldırsan altından hep Allah çıkar”       
   
Gün geldi devran değişti.
Yüzyıllar boyu iç içe,yan yana, dostane bir şekilde, huzur içinde 
yaşayan, tabiri caizse gül gibi geçinip giden iki toplum arasına sanki kara
kediler girdi.Ermeniler 800 yıl boyunca beraber yaşadıkları  insanlara 
düşmanlık beslemeye,kin tutmaya başladılar.         
 
                       
Toplumlar arası sosyal münasebetlerin değişim biçimleri incelenirken
sebep  sonuç İlişkilerindeki beklenmeyen nedenleri çok iyi analiz etmek
gerekmektedir. Türk-Ermeni münasebetlerinde birden bire değişen  olumsuz
gelişmeleri irdelerken de“sonuç” tan ziyade “sebepler” üzerinde durmak
gerekmektedir.           
            Bir azınlık toplum düşünün ki; Tebaası
bulunduğu devletin asıl sahibi bulunan  Türk milletiyle birlikte  1071
yılından başlayarak 18.asrın sonlarına (1071-1878) kadar aşağı yukarı tam 800
yıl boyunca  -ufak tefek patırtılar  hariç- hiçbir şekilde
çatışmadan, savaşmadan,isyan etmeden, ayaklanmadan,tam bir tam bir huzur ve
barış içerisinde yaşamış olsun da, 18. YY.ın sonlarından itibaren  bir
anda ülkenin her tarafında  seri şekilde isyanlara girişip, daha düne
kadar ekmeğini paylaştığı komşularını gözünü bile kırpmadan  katletmeye
kalkışsın.      
       
   Bir
azınlık  halk düşünün ki; Osmanlı Devleti toprakları
içerisinde dini inançlarına ve ibadetlerine müdahale edilmeden, milli
düşüncelerine hiçbir şekilde karışılmadan, kiliselerinde ve patrikhanelerinde
son derece özgür bir ortam içerisinde  yaşayarak güvenli bir toplum olarak
varlıklarını sürdürürken,  birdenbire  güvenli olarak yaşadıkları bu
toprakları işgal eden yabancı devletlerle işbirliğine girişip kendi
vatanlarına  ve kendi devletlerine ihanet etsin…
            Bir azınlık millet düşünün ki; O
devletin asli unsurunu oluşturan Müslüman-Türk halkı aynı köyde kıtlık, açlık,
yoksulluk, sefaletten inim inim inlerken, öşürden, cizyeden, vergiden ve
askerlikten muaf olarak yaşayan ve ülkenin ticari ,zirai, ve sanayi
zenginliğini ellerinde tutan bu azınlık; Son derce lüks ve ihtişam içerisinde
zengin bir hayat sürerken sonu belli olmayan bir maceraya atılıp perişan ve
sefil  bir vaziyette yaşamayı kabul
etsin.           
            Bir azınlık millet düşünün ki; Bu
ülkenin öz çocukları Osmanlı ordularının birer askeri olarak vatanını ve
namuslarını korumak uğruna dört cephede birden  savaşırlarken, yine
Osmanlı devleti’nin vatandaşı ve tebaası bulunan Ermeniler, kendilerinin de
yaşadıkları bu toprakları müdafaa uğruna kanlarını akıtan binlerce Müslüman
Türk evladını koruyup kollayacakları ,onlara her türlü yardımı yapacakları
yerde, batılı devletlerin kışkırtmaları ve ellerine verdikleri silahlarla
bu  aç ve susuz, bu yoksul ve perişan, bu garip ve mazlum vatan
evlatlarını arkadan kuşatarak  adeta ekin biçer gibi biçip eli kanlı
komitacılarla beraber olsun…
            Ve öyle bir azınlık ki; Osmanlı
devleti bu azınlığa diğer bütün Hıristiyan unsurlardan daha fazla haklar ve
ayrıcalıklar tanısın, daha fazla yetkiler versin, daha fazla güven ve itimat
duysun, daha fazla ayrıcalıklar tanısın, kendilerini yüzlerce yıl boyunca “millet-i sadıka”diye bağrına bassın,
devletin en yüksek kademelerinde, hatta en stratejik konumdaki mevkilerinde
bürokratik görevler versin, kaymakamlıklar, valilikler, genel müdürlükler,
yüksek mahkeme reislikleri, mülkiye hocalıkları, paşalıklar, büyükelçilikler,
müsteşarlıklar, mebusluklar hatta  Nazırlıklara kadar yükselerek görev
almalarına  zemin hazırlamış olsun da, başında  bulunduğu devletin
bekası ve geleceği için hizmet etmekte olan böyle bir azınlığın temsilcileri 
birden bire kendi ülkelerine, kendi devletlerine, bunca yıl kader birliği
yaptığı kendi insanlarına düşman kesilsinler. Mensubu bulundukları devlet
aleyhine düşmanlarla işbirliğine girişsinler ve düşman ordularının saflarında
yer alarak kendi devletinin topraklarını işgale kalksınlar.
           
Gerçekten de ilk bakışta mantıksız, anlamsız, akıl dışı ve eşyanın tabiatına
aykırı gelen böyle bir davranışın gerçek nedenlerini, sosyo-politik ve kültürel
sebeplerini irdelediğimiz zaman, karşımıza bambaşka şeyler çıkmakta ve Ermeni
sorununun çıkış nedenlerinin zannedildiği gibi hiçte öyle birdenbire ve aniden
olmadığını görmekteyiz.
           
Ermeni sorununun siyaset ve tarih sahnesine çıkmasının pek çok nedenleri
olmasına karşın  en temel temel faktör olarak Batılı Devletlerin “Bağımsızlık vaadiyle” Ermeni Toplumunu kışkırtarak
isyana teşvik etmeleri, silahlandırmaları, destek ve yardım etmelerini
görmekteyiz.
           
Bu faktör o kadar önemlidir ki, Batılı  devletlerin 1915 yılında Ermeni
terör örgütleri,( komitacılar ) için uyguladıkları siyaset ne ise, bugünkü PKK,
DEAŞ vs. gibi terör örgütleri için uyguladıkları siyaset de birebir aynısıdır.
Tabii buna siyaset derseniz…
           
Devam edeceğiz.
 
                     
         
                                 
                                 
                                 
                                 
                                 
        
Yorumlar
Kalan Karakter: