“Senin bu konudaki görüşün nedir?” sorusuna, “Benim görüşüm budur” deriz.
Acaba o görüş, senin görüşün mü?
“Benim görüşüm” dediğim şey, acaba benim görüşüm mü?
Bedenimiz, a vitamininden z vitaminine kadar isimlendirilen gıdalardan oluşurken, görüşümüz de a fraksiyonundan z fraksiyonuna kadar daha fazla görüşlerin karışımı olamaz mı?
Bir kitap veya makale okurken, “Aaa aynen benim gibi düşünüyor” dediğiniz olmadı mı?
Olduysa o tanımadığın insanla aynı görüşe nasıl geldin?
Biz, hepimiz, yediğimiz, içtiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, tattığımız her şeyin etkisi altında kalan insanlarız.
Üzüm şerbeti içen sarhoş olmazken, üzümün şarabını içen herkes sarhoş olur.
Gözümüzün görmesi için görülecek şeyin olması ve bir de aydınlığın bulunması gerekir.
Gecenin zifiri karanlığında elimizi göremiyoruz.
Mutlaka güneş, ay, mum, lamba, elektriğin ışığına ve bundan sonra ışık ihtiyacımızı karşılayacak daha başka teknolojiler geliştirilebilir ama her halükârda ışığa ihtiyaç var.
Bugünlerde en son güneş enerjisiyle aydınlanmaya, ısınmaya, serinlemeye çalışıyoruz.
Odundan kömüre, kömürden gaza, gazdan petrole, petrolden güneş enerjisine geçtik.
Yolumuz uzun. Ana karnından dünyamıza indirildik. Dünyamızdan kabre indiriliyoruz.
Yolculuk devam ediyor.
Bu dünyada eşyanın görülmesi için ışığa ihtiyaç olduğu gibi, kabir ötesine gitmek için de hem bu dünyamızı aydınlatan hem ahiretimizi aydınlatan bir ışığa ihtiyaç var.
Bu ışığın kesilmemesi, kaynağının tükenmemesi, sonunun gelmemesi gerekir.
Gören gözümüz rahatsız olunca doktora gidiyoruz ve o, sonradan oluşan perdeyi kaldırıveriyor.
Doktorlarımız görme nimetini veremiyorlar bize.
Dünyada şu anda 45 milyon hiç görmeyen insan varmış ve bunlar kör doğup kör olarak ölüyorlar.
Dünyanın en kaliteli hastanesinde en saygın doktorlar gözetiminde, sağlam gözünüzü Allah’ın sisteminden çıkarıp çağdaş dijital teknoloji ile yeni bir göz takılmasını ister misiniz?
Allah celle celalühün güzel isimlerinden biri de Nur’dur (Nur süresi ayet 35).
Güneşe, aya, yıldızlara ışık vereni düşünün.
Bir astronomi kitabı alın ve bunların sayısını, büyüklüklerini ifade edecek rakam icat edilemediğinden “ışı yılı”yla anlatıyorlar.
Yeryüzüne inin ve sayısız çiçeklerin bize göre sayısız tohumlarının nerede ne kadar biteceğini ve kimlere nimet veya şifa olacağını dahi bildiğimiz yok ama ilim adamlarının bildikleriyle biz görüşümüzü onların görüşünün içine hapsediyoruz.
Kur’an-ı Kerim’imizin bir ismi de Nur’dur (A’raf süresi 157).
Bir ismi Nur olan Allah celle ceallühün gönderdiği kitapla bizi aydınlatan Sevgili Peygamberimizi de “Sirac-i Münir/Işık saçan kandil” diye isimlendirmiş Rabbimiz (Ahazab 46).
Dünyanın her tarafında geceyi aydınlatan ampuller, sabahleyin güneşin doğmasıyla etkinliklerini yitirirler.
Rabbimizin karşısına kendini put gibi dikip “benim ve benim gibilerin görüşüyle aydınlanacak insanların karanlık dünyaları” diyenlerin Ad’ı, Semud’u, Firavun’u Nemrud’u Ebu Cehil’i gittiği gibi bunlar da gidecekler ve bugün bunu söyleyenler kabrin karanlık köşesinde cehennem çukurunda yaptıklarının cezasını çekmeye başlayacaklar.
İnsanlık ailesinin beyinlerinden çıkan fikir kıvılcımları, güneşi yaratanın Nur diye isimlendirdiği kitabının ayetlerine uygunsa aslına uyarız, uygun değilse, hiç hesaba koymayız.
Onun için aklımızı, kalbimizi, kalıbımızı, canımızı, tenimizi yaratanın kitabına, o kitabı bize getiren, tebliğ eden, açıklayan ve nasıl yaşanacağını gösteren örnek ve önderimizin bize gösterdiği yolda yürümeye devam edeceğiz.
Hayatı ve söyledikleri Allah’ın kitabına ve Resulünün sünnetine uyanların komşuluğuna, sohbetine, eserlerine yakın olursak görüşlerimizdeki hatalar da en aza iner.