Dünya, sanki dünyanın en büyük tiyatro sahnesi gibidir.
Konup göçenler, gelip geçenler, krallar, şahlar, padişahlar, işçiler, uşaklar, ırgatlar, marabalar… hepsi oyunculardırlar.
Oyuncular, hem oyuncu hem seyircidirler.
Servet üzerinde aç ölenler, denizde susuz kalanlar, denizde yılana sarılanlar…
Dünyaya kazık çakarken ölenler, dünyayı köprü bilip geçenler.
Gençken, senaryoyu kendimizin yazdığına inanırız.
Yaşlandıkça, dediğimizin, istediğimizin olmadığını gördükçe, istemediğimiz halde hastalanmamız, gençliğimizin yerine ihtiyarlık gelince, zamansız ölümlerin, umulmadık iflasların, çaresiz hastalıkların akla hayale gelmeyen ihanetlerin olduğunu gördükçe senaryoyu bizim yazmadığımızı anlıyoruz.
Sahnenin bir tarafında şarap ve şarkı eşliğinde yiyip içme ve eğlenme yolunda ömür törpüleyen insanlar…
Bir tarafta, savaş, silah, para, kan, gözyaşı arasında toz duman bir hayatın içinde acılardan zevk alarak canavarlaşan insanlar.
Yakan, yıkan tozu dumana katan manzaralardan para kazananlar.
Bir kısmı yolunu kaybetmiş, nerden geldiğini nereye gideceğini bilmeden alaca karanlıklar diyarından, kapkara bir dünyaya doğru çekildiği kanaatinde.
Bazıları da kendini deniz üzerinde hedefi belli olmayan karpuz kabuğu gibi dalgaya göre hareket ediyor.
Birileri kendine tuğlası altından olan saray yapmaya çalışırken,
Bir gurup da çiçek bahçesinde kelimelerden beyitler yapıp sevdiklerine hediye ederek huzur bulmaya çalışırken hediye paketinin içinden yine umutsuzluk, keder, ufuk kapatan kara bulutların resmini çiziyor.
Bazıları da, gönlünü süsleyen imanla, kalbinde tevhit bahçesinin amel çiçekleriyle, dilinde baldan tatlı ayetler, gülden kokulu hadislerle hayatında cennet ümidiyle kurduğu iman gemisi gibi gördüğü dünyayı cennete götüren binek olarak, köprü olarak görür.
Kadere olan imanıyla keder onun yakınından geçemez.
Gam yüklü kervanlar ona müsafir olsalar, kader çiçeği koklatarak gamlarını alır.
Gamsız adam olmaz ama bütün gamları neşe ve sevinç çiçeklerinin dibine gübre gibi döküp vahdet bahçesine dönüştürmek de mümkindir.
Bütün insanlar, bu dünya sahnesine, kendi isteğimizle gelmediğimiz gibi, bu sahneden yine kendi isteğimizle çıkmayacağız.
Getiren götürecek.
Ama bizim bu dünya sahnesinde, kimleri rol model olarak seçmemiz gerekenleri bizi bu dünyaya getiren gösteriyor.
Adem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar bütün peygamberler bizim rol modellerimizdirler.
Ad, Semud, Nemrut, Firavun, Lat, Menat, Uzza gibi kendini Rab yerine koyanları, “Allahın değil benim hükmüm geçerlidir” diyen put adamları örnek almamamız konusunda bizi uyarıyor.
Rabbimiz bize seçme özgürlüğü veriyor.
Dileyen iman etsin, dileyen kâfir rolünü seçsin diyor:
“De ki: O hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, duvarları onları kuşatmıştır. Eğer su isterlerse yüzleri haşlayan erimiş maden gibi su ile yardım edilirler. O, ne kötü içecek ve ne kötü bir sığınaktır.” (Kehf süresi ayet 18/29)
Dileyen Karun gibi zengin olsun, milyonlarca insanın hakkını gasp edip, onları açlığa mahkûm etsin, cehennemde yerini alsın.
Dileyen Hazreti İbrahim gibi, sofrasını ve gönlünü bütün yaratılanlara açsın ve cennete girsin.
Dileyen otuz yılda yüz bin köleyi karın tokluğuna kırbaçla çalıştırarak, kendine kabir Ehramı yaptıran Firavun’u rol model olarak seçsin, isteyen Musa aleyhisselam gibi insanları Firavun’un zulmünden kurtarma rolünü seçsin.
Dileyen insanların havasını kirleten, suyunu bulandıran, üzerlerine havadan ateş yağdıran Trump, Putin, Şi, Netanyahu… gibi olsun, dileyen rahmet peygamberinin rahmet ümmeti olmayı tercih etsin
“Ameller niyetlere göredir.”
Niyetimiz ve amelimiz/eylemimiz, yaratanımızın koyduğu kurallara uygun olursa, peygamberler örnek alınırsa, bu dünyada gönlümüzde hep bahar çiçekleri açar, ahirette de gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği cennete layık oluruz inşallah.