Bugün, Yahudi, Hıristiyan, Mecusiler ve diğer bütün tahrif edilmiş veya batıl dinlerin hepsi, Allah konusunda ayrı ayrı şeyler söylerler de bu durum onların kâfirlikte bir olduklarını gösterir.
Bunların halini İmam Ebu Hanife şöyle anlatır:
“Bir adam, elindeki üzüm tanesine “İşte inci budur” diyene karşı, “Hayır inci budur” diyerek ayvayı gösterene karşı bir başkası, “O da değil, inci işte budur” diyerek yuvarlak bir çamur gösterenlerin haline benzer” der. (Bak el-Alim vel- Müteallim s. 40-41 terc. Mustafa Öz. İst. 1981)
Bunların gösterdikleri ve söyledikleri ayrı olsa da inciyi bilmemede birleştikleri gibi Yahudi, Hıristiyan ve Mecusîler ve diğerleri de Allah’ı hakkıyla bilmemede birleşiyorlar.
Onun için Kur’an’da “Kâfirun” Sûresi’nde, “Ey kâfirler, ben sizin taptığınıza tapmam, siz de benim ibadet ettiğime tapmazsınız” buyurmuştur.
Beyyine Sûresi’nde:
“Şüphesiz ehl-i kitap ve müşriklerden olan kâfirler, cehennem ateşinin içindedirler ve ebedî olarak orada kalıcıdırlar. İşte onlar, yaratılanların en şerlisi/kötüsüdürler.” (Beyyine 6)
Noterin birine, Masonluğun alt birimlerinden bir kulübe üye olması teklif edilir.
Noter, kendisinin İslam dinine bağlı “mütedeyyin” bir insan olduğunu, böyle bir kulübe üye olmasını niçin teklif edildiğini sorar.
Teklif eden de, “Biz, dinsizleri kulübümüze üye yapmayız. Bize sizin gibi adamlar gerekli” der.
Noter, durumu bana sorduğunda dedim ki: “Doğru söylüyor. Tibet’teki kulüplerine de fareye tapmayanları almıyorlar.
Yahudiliği, Hıristiyanlığı, Mecusiliği ve diğerlerini ve Müslümanlığı, denk kabul ediyorlar.
Kur’an’ın ifadesiyle
“Onlar, kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr etmenizi, onlarla denk olmanızı isterler…” (Nisa Sûresi, ayet 4/89)
Günümüzde bir kısım aydınımız, “Bu denkliği kabul edelim” diyor ama inci tanesiyle katır boncuğunun denkliğini kabul etmiyor.
Çalıştığı basın kuruluşu aybaşında ...bin dolar yerine... bin lira verse kabul etmiyor.
Cüzdanına dokunan yerde değerli olanı, değersizden ayırt ediyor. Sahte dolar verseler almıyor.
Hakikisini istiyor. Ama imanla ilgili konuda, “Hiç fark etmez, hangi din olursa olsun” diyor. Çünkü kendisinin kaybedecek bir şeyi yok.
“Ben Müslümanım. Dinim en doğru dindir. Ancak öbürlerinin de doğru olma ihtimali vardır” diyenler için, İmam Ebu Hanife: Beyaz bir elbiseye dört adamdan biri, “kırmızı” öbürü, “sarı” bir diğeri “siyah” diyor.
Dördüncüsü, “Bu elbise beyaz ama öbürlerinin de doğru söylemiş olmaları mümkindir” diyorsa, bu adam adaleti de zulmü de bilmiyor demektir. (el-Alim-vel Müteallim s. 14)
Peki biz, en akıllı insanlarız da bu kâfirler, geri zekâlı aptal insanlarda, onun için mi inciyle çamuru, beyazla siyahı ayırt edemiyorlar?
Mevlana diyor ki:
“Bilgi konusunda herkes ayrı ayrı şeyler söylerler. Bir filozofun söylediği öbürünü tutmaz. Birbirlerini tenkit ederler. Şurası gerçektir ki; hepsinin söylediği doğru olmadığı gibi yanlış da değildir.
Hakiki paralar olmayınca sahtesi piyasaya sürülür mü?
Batıl olmayınca Hakk ortaya çıkar mı?
Doğru olmayınca yalan olur mu? Yalan, kuvvetini doğrudan alır.
Hakikatsiz hayal olmaz.
Zeki ve ayırt edici bir mü’min nerede ki, mertleri namertlerden ayırt eder. (Mesnevi, Tahir-ül-Mevlevi terc. 6862-6876 Şamil Yayınevi)
Mert ile namert, sahte parayla hakikisi, ayıplı malla ayıpsızı, kalp altınla som altın görünüşte birbirlerine benzerler.
Kâfiri aldatan da görüntü, hayaldeki hakikat gölgesi, yanlışlıktaki doğruluk kokusu.
Hâlbuki aynı kalıba sahip, mert ile namert bir zorluk karşısında ayırt edilirler.
Kalp altınla som altın, ateşe girince hangisinin hakiki olduğu ortaya çıkar.
Son günlerde Müslümanlar üzerine bir avuç insanın yaptığı saldırı karşısında, Müslümanları da elekten geçirmiş, sahteleri su yüzüne çıkarıvermiştir.
Mevlana, Mülk Sûresi’nin 3-4’üncü ayetlerinde, “Rahmanın yarattığında kusur yoktur. Tekrar tekrar bak” ayetini delil getirerek bizim gözlerimizi açıp olaylardan ibret almamızı ister ve şöyle der:
“Kışın rüzgâr, dolu, kar, şimşek, yıldırım kahrıyla toprağı döven Allah,
Baharda yağmurlarla mülayim davranarak, lütfuyla muamele ederek,
Toprağın bağrındaki daneleri çiçeğe çevirdiği gibi, sıcak soğuk, dert, bela, korku, açlık malların azlığıyla da ten ülkesindeki canın çiçeklenmesini istemiştir” diyerek Bakara Sûresi’nin 155’inci ayetine dikkatimizi çekmiştir. (Mesnevi, Tahirü’l-Mevlevi tercemesi M. 6885-6903)
Zehir olan yiyecekleri midemize almadığımız gibi, iki dünyamızı da ateşe çevirecek sapık düşüncelerden uzak duralım.
Sevgilinin hakikati varken hayalle yetinmeyelim.
“Şüphesiz, Allah katında din, İslam’dır.” (Al-i İmran Sûresi, ayet 3/19)