Söz, gücünü önce doğruluğundan alır.
Eğri sözler, gönüle girerken kulakları tırmaladığı gibi, gönlü de bulandırır.
Doğru sözün ipek halı gibi dokunduğu gönül ve dışarı çıktığı ağız da tertemiz olmalı.
Çoban çeşmesinin tatlı suyunu kimse kirli bardaktan içmek istemez.
Billur gibi bir bardaktan içilirse güzel olur.
Doğruyu bünyesinde taşıyan o gözle görülemeyen kelimeler, sırtını sağlam bilgiye dayamalı ve herkes tarafından bilinebilecek kelimelerin birbirine uyumu, su damlalarının ırmakta akışı gibi olmalı.
Örnek verilirken tarihi en eski ama müzeye kaldırılmamış kelimeler ve olaylar seçilmeli.
Kur’an’ın hikmetlerinden beslenmeli, Yunan’ın felsefesinden değil.
Yiğitlik ve kahramanlıkta zirve isim olarak hep Hz. Ali örnek verilmeli.
Adalette Hz. Ömer, dostluk ve sadakatte Hz. Ebu Bekir, edep de ve hayada Hz. Osman örnek verilmeli.
Şiirde, nesirde eğer bir gemi adı geçecekse, Nuh’un gemisi demeli.
Sabır anlatılacaksa Eyyub’un sabrı dile getirilmeli.
İrem bağı, Tuba ağacı, Kevser ırmağıyla tasvirlerin ve teşbihlerin zirvesine tırmanmalı.
Bıçaktan bahsedilecekse “Hz. İbrahim’in bıçağı” gibi denmeli.
Çocukluğumuzda sorulu cevaplı bir eğitim usulü ile kültürümüzün temelleri öğretilmişti bize:
Soru- Çiftçilerin piri kimdir?
Cevap- Hz. Adem Aleyhisselam.
Soru- Terzilerin piri kim?
Cevap- İdris Aleyhisselam.
Soru- Gemicilerin piri kim?
Cevap- Nuh Aleyhisselam.
Soru-Cömertliğin piri kim?
Cevap- İbrahim Aleyhisselam.
Soru- Marangozların piri kim?
Cevap- Nuh Aleyhisselam.
Soru- Sanayinin piri kim?
Cevap- Davud Aleyhisselam.
Soru- Doktorların piri kim?
Cevap-Lokman Aleyhisselam…
Diye öğretilirdi.
“Kahraman” denilince hatıra, Hayber’i Yahudilerden alan Hz. Ali gelirdi.
Çocuklar, Hz. Ali’nin cenkleri ile büyürdü.
Dünya çapında ünlü bir yazar yetiştiremedik diye yakınıyoruz.
Yazdığımız eserlerde her dil, din ve ırktan insanların bileceği, tarihin derinliklerinde kökü olan kelimelerden uzak kaldığımızdan, bütün insanların tanıyacağı kelimelerden de uzak kaldığımız için tanınamıyoruz.
Halka mal olmuş bir şiirimiz, gücünü tarihin derinliklerinden aldığı için uzun boylu oluyor ve yıllarca dilden düşmüyor.
“Lokman hekim gelse yaram azdırır
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin” mısraıyla zirveyi yakalıyor ve bütün dünya şairlerine “Haydi geçebilirsen geç” diye de meydan okuyor.
Kişinin şanslılığını anlatmak için “Anası Kadir Gecesi’nde doğurmuş” sözünden güçlü bir anlatım tarzı bulmak zor.
İşin bereketini ifade etmek için “Hızır eli değmiş” deyimimiz dünyanın yarısında anlaşılabilecek bir ifadedir.
Hastalıklara karşı sabır ve tedavi yolunda çalışma konusunda “Eyyub’un sabrı”nı örnek verirsek, dünyanın yarıdan fazlası bu örneğimizi anlar.
Hekimlikte Hipokrat’ı değil, Lokman hekimi,
Kılıçta Sezar’ın kılıcını değil, Hz. Alinin Zülfekar’ını, örnek vererek konu anlatılmalı.
“Halil İbrahim sofrası” deyimimiz, İbrahim Aleyhisselam’ın cömertliğini anlatır.
“Karun’un hazineleri” deyimi ise kapitalistlerin, kan, gözyaşı ve alın terini altına, dolara döndürüp saklamasını, makam ve rütbesini, hazineyi soymada maske olarak kullananları ifade edilirken kullanılmalı.
Hayvan sevgisinden bahsedeceksek Ebu Hüreyre’nin kedisinden,
Köpekle dostluktan bahsedeceksek “Ashab-ı kehf”in köpeğinden,
Salih Aleyhisselam’ın devesinden bahsedelim.
Makalemizin başına mutlaka bir alıntı cümle yazacaksak o cümleyi sözlerin güzeli Allah kelamı Kur’an’dan veya “Cevami-ul Kelim”/Az sözle çok ve güzel manaları ifade eden Sevgili Peygamberimizin sözlerinden alalım.
Şiirlerimizde iktibası, ayet veya hadislerden yapalım.
Böylece hem köklerimiz sağlam olduğundan kolay kolay yıkılmayız, hem de yerelden evrenseli yakalarız.
Yoksa Batı’nın değerleriyle Batı’ya tafra satmaya çalışanlara, “Domuzcuya domuz satılmaz” deyiverirler.