Bir zamanlar, ayakkabı üretiminin en çok yapıldığı Gedikpaşa’da asgari ücretle girdiği iş yerinde işini sağlam, güzel ve çok yaparak patronun dikkatini çekerdi.
Beş vakit namazını cemaatle kılmaya dikkat ederdi.
İşe girerken patrona, “Ben namazlarımı camide kılarım, izin verirsen işe başlarım” gibi şartı olmazdı.
Sabahtan öğleye kadar çıkardığı iş, arkadaşlarının çıkardığından fazla olduğundan patron da camiye gitmesine ses çıkarmazdı.
İşe göre her sene ücretini de artırdılar.
Evliydi, çocukları olmadı ama çocuksuz kalmadılar.
Evin bir odasına kendi köylerinden üniversiteyi kazanan bir öğrenciyi aldılar, onun yemeklerini yaptılar, çamaşırlarını yıkadılar, harçlığını da verdiler.
Dört sene sonra bir başka öğrenci aldılar ve her dört senede bir çocukları oldu, üniversiteyi de bitirdiler.
Öğrenci, okulu bitirip giderken, “Sizin hakkınızı ödeyemeyiz biz, hakkınızı helal edin” dediklerinde, “Siz de her dört senede bir öğrenciyi mezun ediniz” dediler.
Onlardan birinin şu anda bir üniversitede profesör olduğunu ve okuttuğu öğrencilerden durumunu öğrendiği öğrencilerinden birden fazlasının masraflarını çekmeye devam ediyormuş.
Hayır yapmak parayla olur diye bir şey yoktur.
Babam, ben daha ilkokula gitmezken, bana köyümüzün en fakiri olan ve bizim bahçe komşumuz olanı bana tanıtırken, “Oğlum bu komşu, yarım ekmeğini bölüşür” demişti. Allah rahmet eylesin.
Pazar günleri de İstanbul’un en iyi udisinin derslerine katılmış ve en üst seviyeye de çıkmış ama eşi ve dört yıllık çocuklarından başka kimseye çalmamış.
Üniversitede okurken Farsça hocamız merhum Arif Etik Bey, (1911-12.12.1992) Ahmet Kabaklı merhumun Tercüman gazetesindeki köşesinde “Ayaklı şiir ansiklopedisi” dediği hocam Arif Etik, her sene Nisan ayının sonunda bir hafta müsafirim olurdu.
Gündüz, İstanbul’un güzelliklerini ben ona gösterir, akşamdan sabaha kadar da benim evde, benim dostlarımı şiirin bahçelerinde, dumanlı dağlarında, susuz çöllerinde, yeşil vadilerinde gezdirirdi.
Bir akşam “Aziz yavru, gençliğimde Yesari Asım Arsoy hayranı idim, onu da görebilir miyiz?” dedi.
“Bakarız hocam” dedim ve o eşiyle beraber iki kişi ile tek kişilik yurdu çalıştıran, masrafları kendisi karşılayan dostuma telefon ettim ve ikindi üzeri görüşmek üzere randevuyu aldı.
Merhum Yesari Asım Bey’in evine vardığımızda ilk başta sıradan ziyaretlerden biri zannetti.
Yaşlılığın da verdiği rahatsızlıktan dolayı gönülsüz konuşuyordu.
Derken Arif hocam, onun en güzel şarkılarının ilk söylendiği günü ve şarkıların sırayla ne zamanlarda söylendiğini söylemeye başlayınca, Yesari Asım Bey’den iltifatlar, gülümsemeler, çay demlenmesini istemeler, bazı şarkıları ellerini dizlerinin üzerine vurarak ritimle karşılıklı okumalar art arda geliverdi.
O akşam, yatsı namazından sonra bizim evde Arif hocam coştu ve sohbet, sabah namazını kılarak mühürlendi.
Herkes işini iyi yapsın. İşini bırakıp filan partinin kongre düzenine kadar varan tenkitlerle, savaş meydanına taktik vermelerle, kişilerin kazancının haram veya helalliğiyle, sanatçı dedikodularıyla, gündemi oluşturanların tahrikine kapılarak vaktini kurşunlamaktan yarın sorguya çekilmesin.
Siz, sizi duymayanlara sohbetlerinizde akıl verseniz de vermeseniz de, o iş doğru olsa da, yanlış olsa da o işler oluyor.
Biz işimize odaklanalım ve işimizin doğru, dinimize uygun, sağlam ve güzel olmasına dikkat edelim.
Yorumlar
Kalan Karakter: