İslam’ı anlamada ve anlatmada muhakeme esastır.
“Hocam ben kendimi çok iyi yetiştirdim ama bir şey yapamıyorum” şikâyeti çok arttı.
Bir şey yapamıyorsan, sende bir şey yok demektir.
“Küpün içinde en varsa o sızar” demişler.
İncir çekirdeği, toprağa düşüyor; “Orada birkaç ay tek başına kalıyor” demeyeyim; Rabbi ona yol gösteriyor. Çimleneceği, gövereceği, toprak üstüne çıkacağı, güneşe ne zaman güleceği zamanı ona vahyediyor.
“Rabbin, arıya şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve çardak (kovan)lardan evler edin.
Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin yollarına boyun eğerek yürü.” Onların (arıların) karınlarından çeşitli renklerde içecekler çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Düşünen kavim için bunda âyet vardır.” (Nahl süresi ayet 16/68-69)
“Ama hocam ben çok okudum, çok bilgi edindim.”
Olsun, teyp kaseti gibi Kur’an-ı Kerim’i yüklemişler sana ama sen teyp gibisin; okumadan kıyamete kadar durur o bilgi sende.
Kasetin bile okuması için tuşa basmak gerekiyor.
Ondan sonra ses vermesi gerekiyor. O kaset iki ayet arasında temas kurmasını bilmiyor.
Elektronik beyin de yapamaz bunu, bilgisayar da yapamıyor.
Bizim de bilgimiz ona göredir. Yani bilgimiz ayrı ayrıdır.
Muhakememiz yerinde. Fakat yetişme tarzımızda, hepimiz, ben de dahil olmak üzere bir yanlışlık var. Yanlış yetiştirildik, yanlış eğitildik.
Mesela bazı bilgiler vardır ki; aklımızın raflarında ayrı ayrı durur.
Bu ikisi arasında biz temas kurduramayız hiç.
Meselâ, bir imtihanda size sorulsa “Yazının icadı ne zamandır?” diye.
“Milattan önce 3200 yılında, Sümerler tarafından icat edildi” deriz, çünkü bunu öğrendik.
Peki ikinci soru “Hz. Adem (a.s.)’e kaç sahife indirildi?” dense, hiç tereddütsüz “10 sahife indirildi” diye yazarız, notumuzu da alırız.
Hem de yüz üzerinden yüz.
Fakat düşünmeyiz hiç, “Yahu yazının icadı milattan önce 3200 yılında ama Hz. Adem (a.s.)’e de 10 sahife inmiş, peki sahifenin olduğu yerde yazı olmaz mı?
Yazı da olması lazım. Öyleyse yazının icadı, insanlıkla beraberdir.
Eeee… Bize kadar gelebilen en eski yazı 3200 yıllık olabilir, o başka.
Ama bilgisayara ikisini de yazarsanız, bir bilgi almak istediğinizde verir, fakat arada irtibat kuramıyor.
Bizim bütün bilgilerimizde de böyle irtibatsızlıklar var.
Kur'an ve Sünneti (Siyreti) okurken muhakemeli okumaya çalışmalıyız.
Bizde “Siyret” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) filan tarihte doğmuştur. Filan tarihte dedesini kaybedip amcasının himayesine girmiştir, filan tarihte peygamberlik gelmiş, filan yılda miraca çıkmış şu tarihlerde Bedir, Uhud, Hendek savaşları olmuş, falanca yılda Mekke fethedilmiş, şu tarihte Efendimiz vefat etmiştir. Siyret kuru nakil olarak anlaşıldı biz de.
Başta Allah celle celalühün elçisi Muhammmed aleyhisselam, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Übey bin Ka’b, Abdullah bin Abbas… gibi ashab-ı kiram (Allah hepsinden razı olsun) Kur’an-i Kerim’den inen her ayeti okurlar, ezberlerler ve hemen o ayete göre yaşamaya başlarlardı.
Yaşanmayan bilgi, bilgi değildir.
Aç adama “Ekmek karın doyurur” sözünü 70 bin defa tekrarlarsan karnın doyar” demek yerine çeyrek ekmek vermek daha iyi gelir.
Hastaya “70 bin defa şu hapın adını an” demek yerine bir tane hap içirmek daha iyidir.
Allah’ın Rasülü, Kur’an-i Kerim’i öylesine okumuş ki, bütün söz ve hareketlerini yönlendirmiş.
Hatta Hazreti Aişe anamıza “O’nun ahlakı nasıldı?” diye sorulduğunda:
“Onun ahlakı Kur’an’dı. Siz, Kur’an okumaz mısınız? Kur’an’da Allah azze ve celle şöyle buyurur:
“Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem süresi ayet 68/4)
İncir çekirdeğine, arıya vahyeden Rabbimiz, biz insanlara Kur’an-i Kerim’i indirmiş ve bununla biz neyi, nerede, nasıl yapacağımızı ondan öğrenecek, Sevgili Peygamberimizi örnek alacağız.
Yorumlar
Kalan Karakter: